Beden; ruhun kıyafetiyse, ki bir anlamda öyle, ruhu örten kıyafet. Ruhumun en rahat ettiği kıyafeti elbette ben bilirim. O yüzden bedenimin şekline karışma!
Beden; ruhun kıyafetiyse, ki bir anlamda öyle, ruhu örten kıyafet. Ruhumun en rahat ettiği kıyafeti elbette ben bilirim. O yüzden bedenimin şekline karışma!
Dünya zaman kavramının olduğu bir gezegen, burada her şey doğrusal algılanır, başı-sonu vardır, her şey zamanla olur. Yani dünyada olanlar yatay düzlemde olur, dikey değil.
“Ol dedi oldu” burada, bizler için -mucize denen olaylar hariç -normal koşullarda geçerli değil.
En basiti bir yemek hemen olmaz, başlarsın- yaparsın- beklersin ve pişer, yani belli bir birim zaman içinde oluşur. İnsan hemen büyümez, yıllar geçer, duygular karakter huy suy, düşünceler zihinsel fonksiyonlar bir anda değil, yıllar içinde yaşadığımız sürece şekillenir, evrenin kuralı böyle.
Buradan anlatacağım konuya geçelim; bedensel bir hastalık, semptom, şikayet olduğunda genelde bu durum bir anda düzelmez, her şey normalleşmek için biraz zaman ister.
Yani tansiyonunuz yükseldi ise bu bir anda normale inmez, işin aslı yükselmesi de bir anda olmaz, öncesi sonrası vardır. Veya bedeninizdeki bir hastalık bir anda oluşmaz, o genelde yıllar içinde ufacık halden büyük hale gelir ve görünür olur. Zaten her şey gibi sorunlarda görünmek, bilinmek ister, o yüzden sabırla zamanı bekler.
Tanrı evreni bilinmek için yarattı derler, insanı ve tüm yarattıklarını bilinmek için yarattı, bilgi önemli. Bu durumda aynısını bu kainattaki herkes- her şey yapar, yani bilinmek ister. İnsanlar, hayvanlar, bitkiler, eşyalar, bedenler, hücreler, duygular, hisler, suptil veya bedenli her şey bilinmek ister çünkü her şey yaratıcıyı taklit eder. Aslında hastalıklar da görmediğiniz bir şeyi göstermek ister ve görmedikçe zaman içinde o konu büyür, sıkıntı vererek fark edilmeye çalışır, kişiye sorun çıkarmadan fark edilemeyeceğini anlamıştır.
Anlamamız gereken şudur; her şey önce zihinde vardır, zihinde olan zaman içinde dünyada şekillenir, var olur. Her şey böyledir, yani güzellikler için de bu geçerlidir. Her güzel şey, planlar, eserler önce zihnimizdedir ve zamanla olgunlaşır, dünyada şekil alır. Aynısı olumsuz şeyler, hastalıklar için de geçerlidir; var olan her şey önce zihnimizde, düşüncemizde, duygularımızda, hislerimizdedir. Her şey önce suptildir ve suptil canlanmak için yer arar. Canlanmak; fark edilmek görünür olmaktır, yani bilinmek ister.
Toparlarsak; hepimizde eğri doğru yanlar var, bunların dozu önemli, arada bir ve azsa sıkıntı yok (zehirle temasın dozu gibi) ama artar ve tüm hayatımızı kaplarsa durup düşünmemiz gerekir, neler oluyor, ne yapıyoruz, ne yanlış gidiyor? Ve gerekirse sil baştan yapıp yıkmak lazım bazı şeyleri. Diğer türlü sıkıntılı hastalıklı düşünceler- yaşamlar zaman içinde hastalıklar oluşturur.
Bir kerede değil, sürekli, belli zamanlarda, tıpkı bir halının tozunu almak, evi toparlamak, bulaşıkları kirletip tekrar yıkamak gibi, arada hastalıklı düşünceleri ortaya döküp anlayıp çözüp devam etmeliyiz. Zaten birine bakabilsek diğeri çıkacaktır sonu yok, sürekli. Nasıl bir kere el yıkamak yetmezse, bir kere yemek yetmezse, bir temizlik yetmezse sürekli anda farkında olmak ve yapacaklarını yapmak.
Netice kaç yaşında, ne durumda olursanız olun bugün buradan başlayıp, iyi bir şeyler yapmak için emek vermeniz durumu değiştirmeniz için önemli.
Ben: Hani derler ya “bıçak kemiğe dayanınca”, insan neden daha önce değil de neler yaptığını, huyunu suyunu o zaman düşünür?
O: Herkes o zaman da düşünmez, dibin en dibine daldığında bile, neyse bunu sonra anlatırım.
Şimdi; insan sıkıştığı anda elindeki her şeyi verip o musibetten kurtulmak ister. Özellikle o musibet bir hastalıksa, elindeki maddi her şeyi feda edip ondan kurtulmak ister. O aşamaya gelmeden önce kendindeki musibetleri, fesatlıkları, kini, kibri vs vs görmeyi redderek devam eder. Belki görüp o kendinde olan musibetleri feda etse, yani bırakabilse, değiştirebilse, işte o zaman aydınlanacak yüzü de kalbi de, işte o zaman onun elini hissedecek her zaman üzerinde.
Musibetlerinizi fark edin, bu doğaldır, herkeste var az veya çok ve bunun kendinizde olunca doğal ve iyi olmadığını anlayıp, o duyguyu hissi davranışı bırakın, feda edin, gayret ve irade gösterin, af dileyin, samimiyetle değişmek isteyin, işte o zaman olacaktır.
Unutmayın sadece maddi şeyler, insan, mekan, yer, para, eşya bırakılan değildir, davranışlar huylar hisler de bırakılabilir, yeri gelip kalp ona bağlanınca. Yani o bağlanmayı ruha, gerçek anlamda kalp arayınca. O zaman yolunu uzatma, şimdi elinden geldiğince bağlan ona.
Ben: Evet..
O: Gelelim bıçak kemiğe dayanıncaya, o son anda bile direnenler, kendini hep kusursuz görenler, yani kibirle boğulmuş olanlar, o kibir o kadar kaplamıştır ki bedenlerini ve dahi zihinlerini, ruhu göremezler. Her şeyi kendine yormak, her güzelliği kendin yaptığını sanmak, yapanın sadece sen olduğunu sanıp, hep dışarıyı suçlamak, haklı haksız hesabı yapmak, suçlu mağdur diye ayırmak, işte bu kibre saplanmak. Onlar kendilerinin de her şey gibi sadece bir aracı, bir alet olduğunu unutmuş olanlar.
Netice övünecek bir şey yok, dertlenecek bir şey olmadığı gibi. Bir şeyler yaparsın ya da yapmazsın, yapmamak da yapmaktır aslında ve etkiye tepki olur bir şeyler ve oluşan dirençten doğar yaşam.
Yani etrafı gördüğünü sandığın gibi, asıl kendini gör ama zerafetle, değiştir dönüştür hamurunu ama gerçekten iste, işte o zaman girer devreye irade. Konu ne olursa olsun dönüştürmeyi kalpten iste ve iradeyle. O zaman yapabildiğin kadarını yaparsın bu alemde ve bıçak kemiğe dayanmadan çabala.
Ben: Sağol..
Bazı insanların ruhları eksik, bilmiyorum o nerede?
İnsan bedeninde 3 önemli ana merkez vardır:
1-Baş yani akıl
2-Kalp
3-Cinsel bölge
Kalp; bedeni fiziken ruhen ortalayandır, ara geçiş merkezidir, vicdanın yeridir, ruhun evidir. (Uygur tıbbına göre)
Cinsel bölge; arzuları, hayatta kalmayı, yaşamın devamlılığını sağlar.
Akıl; olmazsa olmazdır, toplum içinde yaşamamızı sağlar, çözüm bulur, uyumu, gelişimi sağlar.
Kalp aptallık değildir, o maddeyi ve manayı, ruhu ve bedeni dengeler. O olmadan insan bir hiçtir, yaşam anlamsızdır, insan boşlukta gibidir.
O yüzden kalbi hisset ve oradan hissedişi genişlet. Yani her şeye zaman zaman da olsa oradan bakabilmeyi dene, o zaman anlarsın her şeyin birliğini, kalp birliğin yeridir, ayırmaz çıkarmaz bölmez, o her şeyi toplar, dahil eder ve birler, tıpkı ruhun birliği gibi. Hem unutma kalp ruhun evi, onun yeri, sadece ordayken yaşarsın vuslatın dediğini.
Fotograf yine benden 🙂
Beden üzerine aldığı fiziksel yükü bir şekilde taşır, çok ağrı duyarsa bırakır. Oysa ruh naiftir, o hep kendini zorlar sorgular, adil olmak ister. Beden ve onun aklı adil olmayabilir ki genelde değildir. Oysa ruh adil olmak için fazladan acı çeker, üzülür, büyütür. Kendini sorgulayacak olan odur çünkü. Bir ağacın kökleri gibi düşünün. Ruh köktür ağaç beden, kök sağlam olursa ağaç her mevsim sağlam olur.
Bedenler vakti saati geldiği zaman bu dünyanın malzemesine karışacak kabul, çünkü ondan geldi ve ona gidecek. Ve o an gelene kadar her bir hücresi sevilmeyi hak ediyor.
Öyle bir sistem yapılmış ki bazı hücresi erken gidiyor dünyanın malzemesine, gidenin yerine yeni hücre geliyor, döngü biz farketmeden devam ediyor. Gel de sevme bu düzeni.. Hepimizin şekli şemali farklı, kabul ve bu şekillerin olabileceği en iyi formunu sağlamak bizim görevimiz, çünkü o emanet bize.. Beden, Ruhumuzun bize emaneti, bizim diğer yarımız. Yani, bir emanete nasıl özen göstermek gerekirse, öyle özenelim ve sevelim bedeni.
Ve şunu unutmayalım her şey dengede güzel.. Beden ve ruh dengede, o zaman yaşam daha kolay neşeli ve güzel.. Hem ruhumuza hem bedenimize aynı sevgi ve özeni verirsek zaten ol’an hep güzel.