Bazen insan..

Bazen insanın içinde de şiddetli yağmurlar olur, seller gelir, fırtına tüm bedeni dolaşır, her yer karanlıktır. Etrafta tutunacak sağlam bir dal yoktur. Ne kadar ağlasan bağırsan da bu afetin içindesindir. Debelenirsin, rüzgarla savrulur, yağmurla akarsın, hatta sele kapılır, her duvara çarparsın.

Ama her fırtına mutlaka diner.

Fırtına bittiğinde perişansındır. Yerden kalkacak halin yoktur.

Ama hayat bir şekilde hep kendinden yanadır. Yani ne yaşanırsa yaşansın yaşamı destekler. Farkında bile olmadan birden kalkarsın. Yırtılmış elbiseni, ıslanmış saçlarını düzeltir, belki çıplak ayaklarına bakarsın.

Ve yaşarsın. Çünkü hayat kendinden yanadır.

Aslında bir anlamda tüm o fırtına belki de, sadece arınman, temizlenmen içindir. Ne bileceksin kimbilir kaç yılın, kaç asırın tortuları içinde birikmiştir.

Hayat güzellikten yanadır. Ve senin de temizlenip güzelleşmeni ister.

Ve hayat, hafiflemeni, ağırlıklarını bırakmanı ister. Belki de o yüzden seni bir anlamda fırtınaya salar. Sırf temizlen diye.

Ve hayat, her zaman her şeyi senin iyiliğin için yapar, o yüzden ona kızgın küskün olduğunda ne olduğunu anlamaz. Bilakis teşekkür etmeni bekler. Çünkü seni ağır yüklerden kurtarmak istemiştir.

Hayat, hayatın içinde olanı sever. Ama kendince sever.

O yüzden her şey bittiğinde, ilk anda kalkarken şaşkın olsan bile, bir iki adım attıktan sonra tekrar mutlu umutlu olmanı ister.

“Olanı bırak, geleceğe çok takılma, burada benimle yaşa” der. Çünkü hayat buradadır, sen buradasındır ve sen aslında hayatın bir parçası, kolu bacağısındır.

Hayat kendinden yanadır. Hayat kendinin parçası olan senden yanadır.

Hayat güzellikten yanadır.

Yani hayatındaki fırtınalar dinince uzatma, dırdırlanma, gülümseyerek kalk ve yine yürü.

Sadece devam et.

20180915_114559

 

Seçim..

Sandığa gidip, boş oy vereceğim demek ne saçmalık.
Ya siyasetin, bir oyunun parçası olduğunu düşünüp, bu sisteme hiç dahil olmazsın ya da oyuna dahil olursun ve onun kuralına uyarsın.
O kurala göre, senin zihnine fikrine dünya görüşüne ne uygunsa birini tercih edersin.
Kararın çıkarların için değil, vicdanına uygun olmalı. Para pul sahte tanış mevki ruhuna huzur vermez. Kararın insanlığın iyiliğine olsun.
Sabah ola hayrola. 🙂

 

Uyan..

Aslında her sabah gün uyanırken, senin de uyanmanı bekler. Aslında her sabah gün aydınlanırken, senin de aydınlanmanı ister. Çünkü günün içinde bir parçasın sen.

Ve gece uyanmış, aydınlanmış zihnin dinlenme vakti. Gece, “dinlen” der. “Gün bitti, bugünle beraber her yaşanan, geçmişe gitmek üzere.

Ve uyku; gün ve gece arsında bir köprü. Uykudan sonra köprünün öte yanı dünde kaldı. Yeni gün köprünün bu yamacı. Zaten uyandığın anda, köprü yıkıldı.

Köprü, uykudur. Ve uyandığında düne gitme imkanın yoktur.

Netice şimdi uyu ve yarın günle beraber uyan.

20180915_121603

Aşk..

Aşk öyle bir duygu ki, orada hesap kitap yok, sadece bir ışığın etrafında pervane olmak var. Ona bakıp onunla yanmak, coşmak. Tuhaf bir şey. Yaşanmadan anlaşılmayanlardan.

Tabi yaşamak da nasip işi, oluru var ya da yok. Olmasının da hesabı kitabı yok.

Aşık, eğer yapabilirse en büyük iyiliği kendi için yapabilir. Olaylar nasıl gelişirse gelişsin, aşkın içindeki ateşten geçip, başka şeyleri görebilir. Aşktan yansıyanın, aslında onda hissettiğinin, tecelliyatın yansıması olduğunu anlayabilir mesela. Tecelliyat sonsuzdur, her yerde her şeyde görülebilir. Onu gören göz bir daha hiçbir şeye aynı bakmaz, bakamaz mesela.

Aşık tecelliyattan kendine yansıyanla ışıl ışıldır mesela. Yani aşığı ışıl ışıl ve coşkun yapan aşık olduğu değildir, ondan kendine yansıyan yaradılışın muhteşemliğidir yani tecelliyattır.

Aşık eğer yapabilirse, yücelikle basitliğin arasındaki duygu savaşlarından çıkabilirse, daha üstü görebilir. Yoğun duygusallıklar insanı yıpratır. Duygulanım iyidir ama duygusallık değil. Duygusal tepkiler insanı zihnen geri bırakır, gelişemez olur.

Aşık bu alandan çok şey öğrenebilir ama hiçbir şey de yapamayabilir, duygu selinde debelenip sadece acı çekebilir. Yoğun duygular ve oradan yapılan tepkiler. Anlamsızlık alanı.

Netice, aşk tuhaf şey, oradan her yere gidilebilir. O bir menzil değil, oradan bir şekilde devam edilir.

IMG-20180126-WA0001

İYİ BİR ŞEYLER- kısım 3

Yol boyunca göğüs kafesindeki o neşeli kuşu susturmaya çalıştı. Eve vardığında düşünceliydi, elini yıkayıp avluya masayı kurdu. Gece çocukları uyuttuktan sonra kocasına yarın belediyenin boyama atölyesine gideceğini söyledi.

Halil: “Temizliğe mi çağırdılar, niye ki? Oranın çalışanı vardır.”

Emine: “Oranın müdürü Dudu hanımın talebesiymiş, kumaş boyama işi için birini arıyorlarmış.”

Halil: “Para verecekler mi?”

Emine: “Sanatı öğrendikten sonra yaptığım iş başına verirlermiş.”

Halil: “Olmaz, para peşin olmalı. Hem koca belediyenin gireni çıkanı belli olmaz, gidemezsin.”

* * *

Gece boyunca Dudu hanımı düşündü, “Keşkelerle hayat düzelmez, bir yerlerden başlamazsan iyilik olmaz” demişti ama cesareti yoktu. Geçen sene istemedikleri komşuya gittiğinde neler yapmışlardı? Gece boyunca içinde iki ses çınladı durdu, biri “Cesur ol”, diğeri “Kes sesini” diyordu. Sabah düşüncelerin ağırlığı içinde uyandı, o gün temizliğe gitmiyordu. Çocuklarını kaldırıp, masayı hazırladı.

Öğlen ne deyip gidecekti, Halil “Yok” demişti, diğerlerinin haberi bile yoktu. Masayı toplayıp, bulaşıkları yıkarken düşünceliydi. İşleri toparladıktan sonra bebeğini kucağına alıp, kaynanasının yanına oturdu. Konuyu ona söyledi.

Kaynanası: “Nerden çıktı bu, beyin ne dedi?”

Emine: “Gitme dedi ama ana izin ver bir gidip konuşayım.”

Kadın: “Ne konuşacaksın, Halil yok demiş, otur oturduğun yerde, başıma iş çıkarma.”

Emine yalvardı ama nafileydi, çocuğu kucağında içeriye geçti. Halil kahveye gitmek için hazırlanıyordu.

Emine: “Halil oraya bir gideyim, Dudu hanım iyi bir şey olmasa demezdi.”

Halil: “Gitmeyeceksin, uzatma. O kadının dediği de sana kanun sanki, gitmeyeceksin.”

Emine, başını ilk defa dik tuttu: “Ne olur gideyim Halil” diye yalvardı.

Halil elini vuracakmış gibi kaldırdı, sonra hızla avludan çıkıp kapıyı sertçe vurdu. Kucağında bebeğiyle kalan Emine’nin gözleri doluydu. Halil “Gitme” demişti.

Büyük kızı içeri girdiğinde uyuyan bebeğini beşiğine koydu, gözlerinden yaşlar akıyordu. Kızı elini tutup: “Anne birlikte gidelim” dedi. Emine onun elinin verdiği güçle çantasını alıp, avluya çıktı. Kaynanasının bağıran sesi kulağında çınlasa da yürümeye devam etti. Kaynanası “Kapıdan çıkarsan geri gelme” demişti.

Geceden çantasına koyduğu gökkuşağı renkli fuları boynuna dolayıp, kızının elini sıkıca tuttu. Güzel hayalleri vardı, boyamayı öğrenecek, çocukları beyiyle ayrı bir hayat kuracaktı: “Gönlümdeki kokulu çiçeklerin hepsi şekle bürünecek. Halil iyi adam, hem kötü bir şey yapmıyorum ki” dedi.

O gün avludan çıkışı, onun için yeni bir dünyanın başlangıcıydı. Atölyede üç saat boyunca ara ara içine gelen sıkıntıya rağmen, önündeki kumaşı boyadı, mutluydu. Akşama doğru içindeki sıkıntı büyüdü, yolda eli kızının elindeydi. Dış avlunun kapısını çaldı ama açan olmadı. İlerleyen saatlerde açılan kapıdan kızını içeri çekip, ona “Defol” dediler. Emine tüm gece kapının önünde yalvardı. Sabahın ayazında uyuşmuş bedenini doğrulturken kalbinde bilmediği bir güç vardı, korkmayacaktı. Boynundaki gökkuşağı desenli fularını düzeltip, gönlündeki çiçekleri boyamak için, kırık dökük kaldırımlarda hafif adımlarla yürümeye başladı. Ayak sesleri taş zeminde yankılanırken “İyi şeyler olacak” dedi.

SON

(Kısa öykü- deneme)

Aydek S Özdemir

İYİ BİR ŞEYLER- kısım 2

Yıllar sonra, öğretmeninin yanında boyama yaparken hissettiği tatlı huzuru, Dudu hanımın yanında tekrar hisseder olmuştu. Dudu hanım, seksen iki yaşında emekli bir öğretmendi, gözleri az görüyor, zorlanarak yürüyordu. Az konuşan, prensipleri olan bir kadındı. Çalıştığı firma, işini iyi yaptığı ve uyumlu olduğu için Dudu hanıma onu göndermişti. Emine için onun her cümlesi şifa gibiydi, yanında kalbi huzur buluyor, içinde çocukluğundan kalan son ümit kıvılcımları yeniden canlanıyordu. Dün geceki gibi ağlasa da sanki Dudu hanımın içine attığı iyi tohumlar, kuytuda usulca büyüyordu.

* * *

Kapıyı açan Dudu hanımla kısa bir selamlaşmadan sonra temizliğe başladı. Öğleye doğru her zamanki saatte mola verdi. Bir saat süren çay molasında sessizce bir iki lokma atıştırdıktan sonra, eline aldığı kitabı kaldığı yerden sesli okumaya başladı, Dudu hanım onu dinliyordu.

İlk gittiği hafta kitap dolabının tozunu alırken, köyde okumayı öğrendiğini ama şimdi zorlandığını söylemişti. Dudu hanım: “Okuma pratik yapmakla olur. Gözlerimden dolayı artık okuyamıyorum, eğer istersen her geldiğinde bana kitap oku, hem bana iyi gelir hem sen okumanı geliştirirsin” demişti.

Emine heyecanla, “Olur, okurum” dedi. Biraz durup ekledi, “Hangisini okuyayım?”

Dudu hanım: “Şu alt sırada romanlar var, onlardan birini seç” dedi.

Emine: “Hangisini?”

Dudu hanım: “Sen seç.”

Emine: “Kitap nasıl seçilir ki?”

Dudu hanım gülümsedi: “Kahvemi içerken, alt sıradaki kitaplara bir bak, hangisi seni çekerse onu al.”

* * *

Dudu hanım içeri girdiğinde Emine elindeki kitaba sevgiyle dokunuyor, arada sayfalarını kokluyordu. Seçtiği iri harflerle basılmış, bir bilim kadınının hayatını anlatan altı yüz sayfalık bir romandı. Hemen kitaplığın yanındaki koltuklara oturup okumaya başladılar. Emine o gün, bir saat boyunca çat pat okuyup, sonra kaldığı yerden temizliğe devam etmişti. Bir yandan da romandaki kadının hayatını sıfırdan kurma çabasını düşünmüştü. Sonrasında Dudu hanıma her gelişinde kitap okumaya devam etti, ikisi de bundan çok memnundu.

* * *

O gün yine öğle molasında kitabın sayfasını açtı, artık daha düzgün okuyordu. Okuma saati bitince kalan işlerini toparladı. Çıkmak üzereyken Dudu hanım: “Boyama yapmayı sevdiğini söylemiştin, sizin semtin belediyesinde kumaş boyama işini öğrenecek birini arıyorlarmış, ilgilenir misin?” dedi.

Emine’nin gözleri ışıldadı: “Kumaş boyamak, kağıda boyamak gibi mi?”

Dudu hanım: “Kumaşa desen çizmeyi öğreneceksin. Sanatı öğrenirsen, hayalindeki çiçekleri çizersin.”

Emine heyecanla: “Olur çizerim” dedi. Birden durdu: “Ama nasıl giderim? Git demezler ki.”

Dudu hanım: “Öğrencim Fitnat’ı arayıp söyleyeyim, yarın konuşmaya gidersin.”

Emine: “İzin vermezler, eve para götürmem lazım.”

Dudu hanım: “İlerde sanatı öğrenince yaptığın işin ücretini alırsın.”

Emine: “Keşke gitsem, keşke” dedi.

Dudu hanım: “Keşkelerle hayat düzelmez, bir yerlerden başlamazsan iyi şeyler olmaz.”

Emine’nin iki sözünden biri  ‘İzin vermezler, göndermezler’ olmuştu. Dudu hanım önce duymazlıktan geldi, sonra “Sen bilirsin ama iyi düşün” dedi. Çıkmadan Dudu hanım öğrencisini aradı: “Fitnat yavrum, sana bahsetmiştim Emine’den, yarın gelsin mi? Tamam söylerim, sağ ol yavrum.”

Emine konuşmayı sessizce dinledi, içi heyecanla kıpır kıpırdı. Çıkmadan, çok teşekkür edip, “Yarın giderim ama bizimkiler ne der?” dedi.

Dudu hanım: “İnsan gönlünün isteklerinde sağlam durursa kimse bir şey diyemez. Oraya zanaat öğrenmeye gideceksin, bu bir fırsat, yine de sen bilirsin. Fitnat işi öğrenince aylık yaptığın iş başına ücret alacağını söyledi. Boş günlerin olursa yine bana gelirsin, daha okunacak çok kitabımız var unutma” deyip gülümsedi. Emine hala huzursuzdu, izin vermeyeceklerinden korkuyordu çünkü ailenin kadınlarına sadece temizliğe gitme izni vardı.

Dudu hanım: “İyi düşün, önüne gelen fırsatları görmezsen hayat değişmez. Ayrıca yeteneği olan şeyleri yapmak, insanın hayata borcudur” dedi.

Emine: “Kayınlarım, beyim, kaynanam git demez.”

Dudu hanım: “Kendi için gayret etmeyene kimse bir şey yapamaz, iyi düşün” dedi.

* * *

(Devam edecek- kısa öykü- deneme)

Aydek S Özdemir

İYİ BİR ŞEYLER- kısım 1

Emine iki çocuğunu da uyutup yatağa uzandı. Gözyaşlarına engel olmaya çalışıyordu ama yaşlar kendiliğinden akıyordu. Kocasına baktı, çoktan uyumuştu, çocuklar da uykudaydı. Başını yastığa bastırıp sessizce ağladı. Sabah olduğunda uyumamıştı ama artık gözleri kuruydu. Doğan günün karanlığında kalkıp çocuklarına baktı ve yola koyuldu. Kocası o gün yine evdeydi.

Odadan çıkınca avluda kaynanasını gördü, ocağın ateşini yakıyordu. Başıyla selam verip sabahın karanlığında koşarak, gelen ilk otobüse bindi. Şansına boş yer bulup oturdu, yüzünün masumluğunda oluşan gülümsemeyle başını cama yasladı; “Bugün şanslıyım” dedi.

Dün geceyi düşündü, dün gece ve diğer dün geceler, hepsi aynıydı. Sanki uzun zamandır aynı çemberin içindeydi, günler sürüklenerek geçiyor, kalbi her gün biraz daha kararıyordu. İçinde güzel şeyler azalıp her gün biraz daha umutsuzluğa düşüyor, çocuklarıyla bile ilgilenecek vakti olmuyordu. Bunda bir yanlışlık olmalıydı ama neydi?

Emine on altı yaşında evlenip köyünden bu şehre gelmişti. “Evleneceksin” demişler, evlenmişti. Zaten sonrası peş peşe devam etti.

Kocası Hasan sessiz, sakin bir adamdı. Yüzünde genç yaşına rağmen uykuda bile silinmeyen, derin bir acı ifadesiyle dolaşırdı. Emine o ifadenin nasıl yerleştiğini geçen altı yıl içinde anlamıştı. Hasan hiç gülmezdi, kötü bir adam değildi ama bebeleri doğduğunda bile gülmemişti. Sanki Allah yaratırken ona gülme programı koymamıştı.

Evlendikten sonra diğer aile üyeleri gibi, büyük avluya bakan odalardan birinde yaşamaya başladılar. Kalabalık aile içinde Emine’nin küçük gelin olarak boş kalmasına izin yoktu. Zaten arka arkaya gelen iki bebekten sonra, bu normal hale gelmişti.

Ailenin diğer erkekleri gibi Hasan da inşaat işlerinde çalışıp onları geçindiriyordu. Geçen yıl Emine ikinci bebeğini doğurduğu sıralarda eşi rahatsızlanmış, işe gidemez olmuştu. Emine bebeği doğduktan kırk gün sonra temizlik işlerine gitmeye başlamıştı. Tek yapabileceği iş temizlik olduğu için kaynanası onu bir şirkete yazdırmıştı. Lohusa haliyle, küçük bebeğini bırakıp gitmek başta zor gelse de, zamanla alışmıştı, para kazanması gerekiyordu.

Hasanların ailesinde beş kardeşin hepsinin ortak bütçeye para katması gerekiyordu. Her kazanılan paranın yarısını ortak harcamalar için annelerine verirler, kalanıyla da kendi küçük ailelerinin işlerini hallederlerdi. Anneleri otoriter bir kadındı, kimse onun sözünden çıkamazdı. Yıllar önce kaybettiği kocasının yerine tüm aileyi o idare ediyordu.

* * *

Emine son beş aydır haftada iki gün Dudu hanıma temizliğe gidiyordu. Ona gittiği günler içini tarifsiz bir huzur kaplıyor, iş bile hafifliyordu. Bu huzurlu heyecanı çocukluğundan bilirdi. Köy okuluna yeni başlayan genç öğretmen hanım onlar için bir sürü resim defteri ve boya getirmişti. O zamana kadar hiç resim yapmayan Emine, kağıtla boya kalemini birleştirince sanki eli devreden çıkmış, renkler kendiliğinden kağıda dökülmüştü. Emine o anı hep bir büyü gibi hatırlardı, hissettiği müthiş bir coşkuydu. Yılın sonunda tayini çıkan öğretmeni, gitmeden Emine’yi yanına çağırıp, “Çizmeye, boyamaya devam et, çok yeteneklisin, sakın bırakma” demişti. Genç öğretmeni bir de her rengin bir ruhu olduğunu anlatmıştı ama konuşmanın detaylarını o heyecanla aklında tutamamıştı. Elini öpüp çıkarken, öğretmeni bir koli dolusu renkli boya ve çizim defteri vermişti. Valizini alıp çıkan öğretmenini, kolisiyle takip etti.

Genç öğretmen otobüse binmeden, her gördüğünde renklerine hayranlıkla baktığı fularını çıkarıp, onun boynuna dolamış, “Gökkuşağı gibi bu fuları her gördüğünde çizmeyi hatırla ve cesur ol” demişti.

O yaz bir süre daha gizlice resim yapmaya devam etmiş ama annesi kızıp boya kalemlerini ve defterlerini ateşe attıktan sonra hepsi bitmişti. Allahtan fularını kimseye göstermeyip, bir sır gibi saklamıştı, yoksa annesi onu da atabilirdi. Sonrasında boyaları için günlerce ağladığını hatırlıyordu. Öğretmeninden geriye kalan boyun bağını evleninceye kadar her gece gizlice sevmişti. Özenle saklayıp, çeyiziyle beraber getirmişti ama bir daha bakmamıştı. Şimdi kim bilir neredeydi?

* * *

        (Devam edecek- kısa öykü- deneme)

Aydek S Özdemir

toksik duygu..

Bazı gıda ve maddeler gibi, bazı insanlar ve duygular da toksiktir. İnsanı zehirler. Toksinler bedende belli bir dozun üzerine çıkarsa, gün gelir insanı zehirler, hasta  eder.

Kızabilirsin, üzülebilirsin, kederlenebilirsin ama bunları kalbinin en derinine kadar iletme. Bu duyguları yüzeyde tutmaz, her gün üzerinde düşünerek güçlendirip,  derine indirirsen zehirlenirsin. Ve bu insanı zamanla hasta eder.

Kalbine kadar ilettiğin her olumsuz duygu, onun her atışıyla tüm bedenini ziyaret eder. Kederi, kıskançlığı, şüpheyi vs kalbine kadar indirme.

Ve bazı insanlar, en ağır metalden ağır zehirler. Ne yapıp et onları uzaklaştır veya sen uzaklaş.

Zehir veya toksin sadece gördüklerinde değil, görmediklerindedir.

20151010_144023