meryem ana

Bundan sanırım 4 – 5 yıl önceydi benim için çok önemli iki deneyim yaşamıştım veya iki önemli ders belki. O zaman öylesine geçmiştim bu 2 konuyu. Gerçi tam ne olduğunu bilemesem de, bu 2 dersin önemli olduğunu anlamıştım.

Birisi şöyleydi.. kafamda bir istek belirmişti ‘haydi bakalım dileğim olacak mı?’ gibisinden, isteğime bir şekil şemal giydirdim. Şu şekilde olacak, şu zaman gibi detaylandırdım. Ve o dediğim anda bunu göremedim. Aynı gün tam bundan umudumu kesmişken veya konuyu zihnimden bırakmışken, istediğim şey benim sınırlı zihnimin çizdiği şekilde değil de, düşündüğümden de güzel bir şekilde oldu. Nasıl şaşırdım ve şunu anladım ‘Sen isteğini kalben iste ve bu isteğin hakkında hayırlı ise, nasıl ne şekildesini yüce akla bırak’. Bunu çok bariz yaşadım ve unuttum sonra tabii. Yani isteyelim ve zihnimizi o işle daha fazla dolandırmayalım, oluru varsa olur zaten.

İkinci deneyim ise, yine aynı gezide bir kaç gün sonrasında  Meryem Ana’ dan dönerken oldu. İçim dedi ki ‘tamam güzel de ben öyle çok bir şey hissetmedim burada. Meryem Ana’nın olduğu bölgenin enerjisi, kalp bölgesini çok etkiliyor ve açıyor dediler. Oysa ben bir şey hissedemedim. Kalbim kapalı benim herhalde’ dedim ve hissedeyim istedim. Oradan yokuş aşağı inerken şöyle bir şey oldu, arabanın camları açık, yaz günü, camdan hızlıca çok büyük bir şey, uçarak içeri girdi ve tak diye benim tam kalp bölgeme öyle bir vuruş yaptı ki, hani bir sarsıldım önce.. Bana arı gibi geldi ve ne olduğunu anlamadan hızla camdan çıktı. Ben şaşkın yanımdakilere sordum ‘gördünüz mü arıyı’ kimse o büyüklükte arıyı (sanırım arı) görmemişti. Bu bir uyarıydı sanki ‘Kalp işte, istersen açık istersen kapalı olur, oluru sana bağlı’..

Netice gerçekten temiz niyetle istenince ve hakkımızda hayırlıysa ve zamanı tamamsa, oluyor olacak olanlar.. Kalplerimizi ferah tutalım yanii..

kusadasi_9580_1

denge

Çok aşırı uçlara gitmedikce ne yaptığında bir problem yok. Şundan dolayı..
Mesela derler ki.. Şu kadar uyu, şu hareketleri yap, şunları ye, şu gıdalar yararlı, suyu şu kadar iç vs vs..
Sana ne, benim neyi ne kadar yapacağımdan, bu herkesin kendi bileceği şey.. Hani bir laf var ya, ‘paşa gönlüm bilir’ işte öyle.. (tabi sende bunları sorma başkasına ki, söylemesinler)..
Bu konularda insanlara tek denecek laf, bence, “keyfin” ne istiyorsa onu yap.. Sadece bir konuda aşırı uca kaçınca bunu “fark et” ve “fazlalık konusu neyse onu azalt”. Gerisini sen bilirsin zaten..
Önce bunu yap, bu bir ön aşama..

kumru

Ankara’nın bu sabahki rüzgarlı ayazında, sabah penceremin önünde bir kumruyla uyanmayayım mı? uyanayım tabi kii.. Kumruya yem verirken, bu soğukta, bir sürü kuş sesi duymayayım mı? duyayım tabi ki de..Kumru sabah, hazırlanıp çıkana kadar beni pencereden izlemesin mi? izlesin tabi ki de.. Sabahın hayrı ve ferahlığı böyle işte..

uçuk virüsü

Herpes simplex virüsü (uçuk)’da kullanılan kremler vardır. Bu kremler hem çok pahalıdır, hem anlamsızdır.
Bir de uçukta, bildiğimiz oje çıkarıcı olarak kullanılan Aseton kullanılabilir. Bu şehir efsanesi değildir. Tıbbi geçerliliği vardır. Aseton, Herpes virüsünün, viral kapsid (dış kısmını) parçalar ve ilk gün kullanılırsa, uçuğu oluşmadan önler, kremlerden daha etkilidir.
Bunu bilmeyenler olduğunu farkettim bu hafta, o yüzden paylaşıyorum. Her kadın için kolay ve pratik bir yöntem, aseton ve bir parça pamuk.. bu kadar işte..

beden

Şu hayatta bedenin uyarılarını dinlememek, onu yok saymak olacak iş değil ve oluyor ne yazık ki.. Oysa beden bu dünyanın aracı, o olmadan hiçbir şey olmuyor bu dünyada.. Kıymetini bilelim, bilmeyenleri dövelim.

Gerçi biz dövmeyelim, nasılsa bedenler döver..

ışık artmak üzere

Kış ayları yapısı gereği Yin’dir. Yani karanlık, soğuk, derin, nemli, su baskın, aylardır. Yapısı gereği korku’ yu yoğunlaştırır. Bunları bizim müdahale edemeyeceğimiz koşullar olarak kabul edeceğiz.. mecbur yani..
Ve yin’in içindeki yang’ı unutmayacağız bu arada, yani kışın taşıdığı olasılıkları hep bileceğiz. Kış ayları sonsuz olasılıklar zamanıdır. Tohumun veya yeni düşüncelerin, karın altında yoğunlaştığı zamanlardır. Her güzel şey bu aylarda demlenir. Ve bahar günlerine hazırlar kendini.
Ve şimdi yarısını geçtiğimiz kış günlerinin son denenme zamanları, ışığın her an artmak için beklediği zamanlar. Işık her an artabilir, hazır olun, ferahlık önce kalplerimizde ve sonra tüm dunyada olsun, hep birlikte.

güneş gibi insanlar..

Güneş gibi insanları tanımak bir şans.. Ben bu şanslılardanım çok şükür.. O şans dediğim aslında muhtemelen, buna hazır olmakla ilgili.. Güneş gibi insanların, bazı özelliklerini taşıyan insanlara rastlayabiliriz. Bu da kesinlikle bir şans, çoğumuzun bu tür özellikleri az veya biraz çok vardır. Yani bunlar ‘Güneş gibi insanlar’ın bir veya birkaç ışınına sahiptir. Ve bu tür insanların da kıymetini bilelim.

Nedir bu insanların özelliği, insanlar desem de, ben birini tanıdım sadece, bunlar az bulunan cinsindendir çünkü.. (Işınlarından birkaçını taşıyanları buluruz çok şükür, böylelerinin etrafımızda olması da bir lütuf, bu birkaç ışını da olsa taşıyanların)..

Güneş gibi insanlar, öncelikle kapsayıcıdır, her şeyi ve herkesi. Bu şu demek, matematikteki gibi, bir kümeyi kapsarsan, o kümenin içeriğini de bilirsin. Yani diğer insanları görmese de bilirler. Seni senin kadar, genelde de fazlasını bilirler.

Bu kişiler Güneş gibi dedim ya, ayırmadan herkese ışınlarını verirler. Ve bu ışınları alıp değerlendirmek, kişiye kalmıştır. Nasıl ki Güneş ışınını yayar, yani bilgisini, sevgisini verir insanlara.. Bu sevgi ve bilgiyi herkes farklı algılar. Kimisi Güneşin ışınından rahatsız olur ve kaçar, kimisi o güzel ışınları görmez bile, öyle yaşar. Kimisi de görür, anlayabildiği kadar anlar ve sevgisini bilgisini kabul eder. İşte bu 3.leri akıllı insanlar. Farkı fark edip kıymetini bilenler. Helal olsun onlara ve bu arada bana..

Mesela Güneş gibi insanlar şunu hep yapar; seni senden iyi anlar ve senin iyi olan yönlerini hep teşvik eder. Saçma yönlerini direkt söylemez ‘Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla’ meselindeki gibi, çaktırmadan sana fark ettirir. Yani sen anlarsan ve canın isterse onları düzeltirsin.

Şimdi şu çok önemli, onlar, senin 1 olan iyi şeyini, en az 10 yapar. Yani çoğaltır iyi yanını.. Ve şöyle derler ‘Sende olan bir şey bu, olmasa zaten çıkmazdı’ yani bu senin becerin der. Netice hep iyini teşvik eder, düşünsene bu ne güzel..

Bir de bir konuda, bir şey sorunca (sen büyük umutlarla sorarsın o soruyu), o ise öylesine ve sıradan gibi bir şey söyler. Söylerken de, o dediğine çok anlam katmaz. Söyler, öylesine gibi ve bırakır gerisini, senin keşfine bırakır. Yani bu insanlar şunu yapmaz ‘Bu konu şöyledir, şunu yap’ böyle bir şey yapmaz ve sen sormadan da, söylemez zaten. Sormadan karışmaz, yani ‘özgür iradeye müdahale’ olmaz ve bu aslında evrensel bir kuraldır öncelikle..

Bu insanlar, sizi dedikleriniz veya düşüncelerinizden dolayı yargılamaz. Yani her gizli şeyi rahatlıkla söyleyebilirsiniz (yani söyleyebilirseniz tabii). Sizden bir beklentisi yoktur, yani yanında olsanız da olur olmasanız da.. Aslında bu can sıkıcı, ‘Fark etmezlik’ durumu, çünkü sıradan zihinlerimiz, fark edilmiş olmayı ister tabii..

Gelelim bu insanların, bence kötü özelliklerine.. Senin zihnin herhangi bir konuda net bir şey bekler ya (yani bence), o ise bunu yapmaz. Yaptığı ve söylediği genel şeyler, netlik isteyen sıradan zihinlerimizde, kargaşa yaratır. Çünkü alışmışız ya, kesin ve net olmaya. Onlarda bu yoktur ve bu zihni yorabilir. Çünkü genelde bizim zihinler net ve belirli olsun ister her şeyi. Dünyanın düzeni ise hep belirsizlik üzerine ya, bunu o Güneş gibi olanlar bilirler. Biz bilsek de, kabullenmekte zorlanırız. Bu yüzden, onların neyi neden yaptıklarını anlamayabiliriz (yani bende böyle).. Ve bu yüzden, onlar çoğu zaman sıcak gelse de, yine çoğu zaman anlaşılmaz gelir, kızarsınız o insanlara (bende böyle). Hem hayranlık duyarsınız ve hem bazen duyarsız gelir ve kızarsınız o insanlara (bende böyle).

Bir de şu var, söylediği özel şeyleri sırf size sanırsınız, oysa değildir. Size, size özel olanı söyler ve başkasına da muhtemelen onlara özeli söyler. Yani herkese söyleyecek özel bir şey bulur ve sanki o zaman size göre ‘siz özel olmazsınız’. Ve zihinlerimiz hep özel olmak ister. Oysa onlar Güneş gibidir dedik ya, Güneş ışınlarını sırf ‘Aydek’e’ göndereyim der mi? Demez tabi kii.. Ee bu da normal zihinlere tatsız bir durum gelir (kötü özellik yani)..

Bir de şöyle.. dediği bir lafı anlamaya çalışırsınız ve yorumlayıp anlarsınız. Tamam güzel, kafanız rahat etti, bunu niye dedi, kendinizce anlarsınız. Ve tam o anda şöyle olur, o sizin anladığınızın tersi bir şey yapar veya söyler. Ee ne oldu şimdi, konu neydi ne oldu. Ne olacak, o enerjilerin yeni durumuna göre, olayı tekrar düzenlemiştir, konu değişmiştir. Siz ise daha öncekini ancak anlamıştınız ve şimdi durum tam tersi, hadi buradan buyrun, ne yaparsınız, andan ana her şey değişebilir, sabit yok. Yani bir düşünün ne can sıkıcı, bu onlara göre normal, sizin için yorucu ve kötü, çünkü zihin sabiti istiyor (yani bende)..

Yine söylediği bir şeye bir anlam yüklersiniz ve zihninizde bu kalır, iyi veya kötü neyse işte. Ondan yansıyansa şöyle, o demiştir lafını ve o konu kapanmıştır, tamamdır o yani.. Oysa sizde tamam değildir, konu neyse onu düşünürsünüz ve sonrasında o konudaki söylediğini sorsanız da, hatırlamaz. Çünkü her şey anda olmuş ve bitmiştir, konu neyse artık. Ve onun zihni bu konuyu tekrar kurgulamaz, tamamlanmıştır, anda olmuş ve tamamdır yani. Oysa bizim zihinler, anda yaşananları tamamlamaz ve zihin kendi içinde o konuda konuşmaya devam eder. Yeni çıkarımlar yapar ve karşıda bunun devamı yoktur, bitti yani.. Düşünün ne can sıkıcı (bende böyle)..

Bazende şöyle olur, bir şey olur ve siz o olanı yanlışlıkla yaptı sanırsınız, yoksa bu ona uymaz yapmaz diye düşünürsünüz. Beklersiniz ne olacak diye.. ve sonra anlarsınız ki, o bizim gibi hiçbir şeyi yanlışlıkla yapmaz. Yaptığına göre sizin bilmediğiniz ve onun bildiği bir şey vardır mutlaka.. (düşünsenize sıradan zihne ne fena)

Şu da var tabii, bazen size o kadar sıcak gelir ki enerjisi, bir yaz Güneş’i gibi, o enerjiyi nerede olursanız olun hissedersiniz. Bazende o kadar uzak gelir ki, sanki bir kış Güneşi gibi.. mevsim değişikliğinde yaşadığımız adaptasyon sorunu gibi sanki.. (bence böyle)

Bence en fenası da ‘Fark etmezlik’ durumu, yani anda ne varsa o tamam onlara. O anlarında sen yoksan, muhtemelen zihinlerinde de yoksun. Bu normal zihin için ne fena (bence böyle)..

Gördünüz mü, Güneş gibi insanlar dedim de, sıradan zihinlerimiz için ne çok can sıkıcı ve zorlayıcı yanları var, böyle insanların, anladınız değil mi?. Yani kabul, bunlar bizim zihnimize böyle yansıyor, kızgınlık olarak tabii, yoksa kıymetlerini canı gönülden anlıyorum da, normal algı için ‘zor insan’ oldukları da kesin sanki.. Zihinlerimiz pek çok şeylerine anlam veremese de, kalbimiz biliyor ya, onların ‘Güneş’ olduklarını, işte burası önemli. Yani kötü özellikleri diyorum ya, o özellikler, sabiti isteyen zihinlerimize kötü gibi gelen özellikler tabi kii. Ve gönlümüz biliyor ya gerçeği, gerçek şu ki, onların yaptığı uygun ve doğru, gönül bunu biliyor ve bildiği için ‘Güneş’ olduklarını hissedip, sonsuz sevgi ve saygı duyuyor onlara. Hem de zihin bazen ne kadar kızgın olsa da, kalbin onlara kabulü o kadar geniş ki, ‘kabul yani olana’ diye rahatça söyleyebiliyor. Her hallerine kabulü gönül veriyor, yoksa zihine kalsa işleri zor yani.. Neyse ki onların ‘Güneş’ olduklarını anlayanların, kalp genişliği de artmış oluyor sanki ve ‘kabul yani her hallerine’ diyebiliyor.. İşte böyle..

Netice böyle birini tanımak, müthiş dönüştürücü, insanın kalbini sevgiye ve anlayışa açıcı, büyük bir şans ve lütuf, bilene..

Tabi bunu söylerken, her şeyin bizde başladığını hiç unutmuyoruz. Çünkü biz görmesek ve kıymetini bilmesek, yanımızdan geçen allame-i cihan olsa, Buda’ olsa bilemeyiz. Yani Buda’yı, aydınlanmış kişiyi, fark edecek, kalp gözü veya hissi lazım.. Bu varsa fark edersiniz, yoksa yanınızdan geçen, sadece boş bir beden, nereden bileceksiniz ki.. Bilen gözün sahibi olmak da güzel yanii..

Güneş Yanığı Sonrası Soyulma

O ve ben..4

Ben: Buna izin vermeyeceğim, gururumla oynanmasına izin vermeyeceğim

O: Oynansın tatlım, ne olacak..

Ben: Ya sen ne dediğinin farkında mısın? Benim hiç kıymetim yok mu gözünde..

O: Kıymetin çok olduğu için bunu diyorum

Ben: Bu saçma, yeter artık, dinlemeyeceğim seni..

O: Sen bilirsin, dinleme, yine de.. gururun, mutluluğundan önemli mi?

Ben: Şu an da önemli..

O: İyi, hoşçakal o zaman..

Ben: Gittin mi, lütfen gitme..

O: O zaman dinlemeyi öğren, sürekli dırdırlanacağına..

Ben: Zorlanıyorum bazen, kusura bakma, kızgınlığım kendime..

O: Kızma, kızacak ne var ki, biraz genişle, kızacak bir şey kalmayacak o anda.

Ben: Evet ama.. neden böyle, ne oluyor anlayamıyorum

O: Anlama, sen de bırak oluruna.. Sanki neyi tam anlıyorsun da.. Anlama, sadece bırak, hisset sadece

Ben: Ne kadar hissetsem de bir yanım hep mantıkla anlamaya çalışıyor biliyorsun.

O: Hisset sadece, hislerinde derinleş, bu seni genişletir. Bekle, kabul ver hissettiklerine, çok anlamayla uğraşma, o kendi içinde evrilip çevrilsin bir önce..

Ben: Kim evrilsin?.

O: Hislerin.. evrilsin ve otursun bir yere.. Onları ve olanları zorlama ve hele sen hiç anlama, bu ara böyle anlamlarla uğraşma, yaşa geç tatlım tamam mı?

Ben: Tamam..

 O: Aslında, tam bunu yap işte, beni hissetmek istediğin anda, yanındayım ya ve sonra sen kendinlesin ya..

Ben: Evet..

O: Aynen böyle.. Birbirimizi hissettik ve sonra bitiyor ya, böyle.. Konuştuklarımızı hissediyorsun ya.. Biliyorum ki, onlar zamanla içinde tohumdan, gerekirse fidana dönüşecek.. Bunun farkındasın aslında, bunu irdelemiyorsun ya, böyle.. Alıp üzerine düşünmüyorsun ve ben biliyorum ki, o içinde tohumlanıyor, işte böyle.. Olanları zorlama, diğer hislerini de anlamlandırmaya çalışma, olana direnme, bırak olan içinde biraz kendi halinde dolansın ve uygun yere gitsin.

Ben: Sanki kolay bu, karışmamak..

O: Farkında mısın, hep aynı şeyleri konuşuyoruz seninle..

Ben: Ne..

O: Direnme, bir sonraki adıma atlama, bırak yahuu.. Kendini de hislerini de anlamlandırma bu ara.. Bir boş ol kuzum artık..

Ben: Boş olsam düşerim, boş olamam ben..

O: Düş tatlım..

Ben: Oo bakıyorum da düşsem de aldırmayacaksın, o kadar bıktırdım yani..

O: Alınganlık damarın mı canlandı, ‘safra kesen’ iyi mi bu ara..

Ben: Ne ‘Beş element’ bilgime de laf attın ya..

O: Atışıyoruz bakalım..

Ben: Resmen laf atıyorsun bana..

O: Ee.. tamam hoşuna gitmediyse alma lafı sen de..

Ben: İnanamıyorum sana..

O: İnan bana, tahta kafa..

Ben: Bana mı dedin..

O: Evet.. başka biri var mı şu anda.. O tahta kafana, yani ‘ağaç elementi’ne, yani ‘safra kesen’e laf söylüyorum.. İyi mi safran, alıngansın ya bu ara..

Ben: Ay çok fenasın, seninle de az konuşacağım artık valla.. tahta kafada dedin ya..

O: Ağaç elementin iyi mi tatlım, alıngansın ya, bunu dedim..

Ben: Ay benimi takip ediyorsun her anımda

O: Kahkaha..

Ben: Ellerim belimde farkındaysan..

O: Yani, kavga.. Tatlım hep aynı şeyleri konuşuyoruz ya bu ara, anlam yükleme, yaşa geç diye.. O zaman genişlersin ve acıtmaz hiçbir şey seni.. ‘Onurum önemli’ dedin ya.. Sen genişleyince, o önemsizleşir.. bunu dedim sadece.. Bu arada istediğin kadar tekrar yaparız merak etme, sorun yok, benim işim bu.. Her defasında hatırlatmak, rahat ol yani.. Sen anlamakta dirensen de, ben tekrar anlatacağım sana..

Ben: ‘Metal elementi’m arttı bu ara, kusura bakma.. Hep hüzünleniyorum, ‘hüzün’de ağaç elementimi bozuyor ve alınganlaştırıyor beni.. Şu elementlerimi bir toparlayayım..

O: Gururunu boş ver, o mutlu etmez insanı.. Öğlen ki konuştuklarımızı yazma ve hatırla.. Hangi nedenle olursa olsun, sence en kötü olanını düşünsen ve onurun kırılsa da, yine de bunun için şükürde olduğunu söylemedin mi?

Ben: Söyledim değil mi?

O: Yani.. üç seçenek arasında en kötü olduğunu düşündüğün durumda bile, olana şükrettin ya.. Seninle gurur duydum.

Ben: Aa.. gururu onuru bırak lütfen, bırak ki, genişle..

O: Seninle bu kabulün için gurur duydum ve bu beni de, genişletti.. sen de genişle.

Ben: Ayy tamam, genişle deyip duruyorsun, zaten bir kilo mu almışım ne.. Yedim pastaları boş ver diye diye..

O: Kahkaha.. Netice, ne anladın bu günden sen..

Ben: Gurur yapmayacağım da, biraz zaman vereceğim olana, biraz dinlendireyim duygularımı tamam mı?

O: Tamam.. dinlendir

Ben: Tamam biraz dinlendireyim kendimi.

(2-3 saat sonra, gururu boş verip, sadece hissettiğimi yaptım.. daha iyiyim, yaptım hissettiğimi ve bıraktım, nasılını niçinini, ne denir’i sorgulamadım iyi mi?..)

O: İyi.. bu işte..

751038286_n

O ve ben..3

O: “Sevgili Aydek’im”, böyle sahiplenici kelimeleri başkası için kullanmam ve sadece senin için kullanmam uygun.. çünkü sen, Ben’den olansın.. Ve iki gün sonra (bugün), senin, bu dünyaya gelmeni uygun bulduğumuz gün, yani benim için çok önemli, bu deneyimi seçtiğin gün, ilk nefesini aldığın günn.. Var olmayı seçtiğin günn..

Ben: Çok duygulandım şimdi, içim dolu dolu oldu, teşekkür ederim de, senin varlığını her anımda duymaya öyle istekliyim ki.. Biliyorsun, yıllarca, seni hissetmeden, bir kör gibi yaşadım ben.. Ve bu sene, Sen’den bana bir lütufla, seni kalbimde hissettim. Bunun daim olması tek dileğim  “hep Sen’de olayım ve Sen bende ol e mii”

O: Ben hep sendeyim zaten, sadece sen bunu yeni fark ettin..

Ben: Tamam, biliyorum, her şey benden kaynaklanıyor, biliyorum artık.. Ve ben bu yılımın önemini biliyorum, bu yıl senin sevgini kalbimde hissettim ben, ne kadar sevilen olduğumu, sevildiğim için burada olduğumu (sürünmek için değil) anladım.. Ve Sen’in bana olan sevgini hissettikçe, kendimi sevmeye ve sevilmeye layık gördüm.. Ve bu yıl, Sen’in sevginle yeniden doğdum ben..

O: Gözlerin, böyle doluyken de güzel, yine de gül istiyorum, olur mu?

Ben: Tamam da, engel olamıyorum bazen, biliyorsun, gözyaşlarım sevgiden..

O: Bana sadece bir şey söyle, ne öğrendin bu seneden sen..

Ben: O kadar çok kii… Sadece bir şey ise şu: Ben bu yıl ‘Hep eksiklerime ve hatalarıma odaklanarak yaşadığımı, fazlalıklarımı görmezden geldiğimi fark ettim. Oysa o kadar çok artım varmış ki, içimdeki güzel olanları fark ettim, odağımı onlarda tutmayı öğrendim’..

O: Bu çok güzel, beni çok mutlu ediyorsun..

Ben: Sen’de beni hep mutlu ediyorsun, desteğini hissetmek nasıl bir duygu, nereden bileceksin..

O: Bilirim ben her şeyi.. Hem unuttun mu, senin gibi bir çok bilmişleyim..

Ben: Biliyor musun, senin sevgini, desteğini hep hissetsem de yine de, sanki hep yoklanıyorum ve düşürülmeye çalışılıyorum.. Ve ben hep Sen’i hissetmek ve Sen’de olmak istiyorum..

O: Bunun farkındayım ve bu denenme, geçecek zamanla, biliyorsun, bunu konuştuk. Dünyanın bir gereği bu, iyi hisle birlikte nahoş hissin bir arada olması, bunu bil ve buna takılma, çünkü ötesinde Var olanın sadece hissine sahipsin, gerçeğini bilmiyorsun ve bu ikisinin ötesi olduğunu, sadece bunu kabul ettin, henüz onun ne olduğunu yaşayıp bilmesen de.. Ve bu yüzden bu duyguya takılma, seni düşürmesine izin verme, onu gör ve odaklanma… Bu şunun gibi, “Artıların ve eksilerin var ya bu hayatta.. O eksi olarak gördüklerinin farkında olup, odağını artılarında tutuyorsun ya bu sene”.. İşte bunun gibi, enerjini düşürmek isteyenlerin farkında ol ve odağını senin enerjini yükseltenlere ver..

Ben: Tamam, bunu yapmaya çalışıyorum biliyorsun ve bazen daha çok desteğe ihtiyacım oluyor sanki..

O: Sadece kendine ihtiyacın var senin, daha çok kendin olmaya, daha çok güzelliklerini görmeye, neden bu hayatta olduğunu anlamaya, neden sana ihtiyaç olduğunu anlamaya..

Ben: Bunu biliyorum, sanki… Ve “ben Umut’u temsil ediyorum, yaşama sevincini”.. Ben Umudum, bunu önce kendime hatırlatmam gerekti bu sene ve sonrasında insanlara benden yansıyan da bu oldu.. Ve umut etmenin unutturulduğu her insanda, her an’da, çıkabilecek umudun destekleyicisiyim ben.. Sanırım, hissettiğim böyle, zamanla ne hissederim bilmem..

O: Bu doğru, “sen umudun temsilcisisin”, bunu her hücrene işle, sen umutsun.. her anda.. bir katmandan böyle.. Ve unutma “Umut” isen gerçekten, O hiçbir şey ile düşürülmez, denenir kabul ve hemen toparlanır.

Ben: Öyleyim.. sanırım.. teşekkür ederim.. Ve evet haklısın..

O: Öylesin.. Güzell..

Ben: Bana bir diyeceğin var mı?

O: Bunu biliyorsun aslında, yine de doğum günü hediyen bu olsun.. “Niyetini hep temiz tut, kalbin böyle temiz olur. Bile isteye iyi niyetle hareket et, bunun sonucunun ne olacağını bilemezsin. Ve sonuç ne olursa olsun, niyetin iyiyse her şey yolunda demektir”, bunu unutma..

Ben: Tamam, sağol, bir de şu, ‘yaş alıyorum ya’, bu ne demek..

O: Yaşlandım mı diyorsun değil mi tatlım.. Şöyle, zaman bir enerji ve ‘dünyada iken yaşadığın zaman’ geçecek tabi ki.. Bu onun özelliği ve beraberinde değişiklikleri de getirecek, zaman ve onun geçişi bu dünyanın özelliği.. O değişikliğini fiziksel, düşünsel getirecek illa ki.. Nasıl zamanın senin duyguların ve düşüncelerinde yaptığı değişikliği kolayca kabul edip, seviyorsan (ki biliyorum yeni duygu, düşünce ve ruh halini seviyorsun) onun fiziksel bedende yaptığı değişiklikleri de kabulde ol ve sevgiyle karşıla tamam mı?.. Yani biraz önce konuştuk, “Her şeyin artı ve eksisi ve bunların ötesinde Var olan için” zaman enerjisinin geçişinin de, hem artısı hem eksisi var, bu doğal ve sen iyi kısmına odaklan e mii.. Seni iyi hissettiren taraflarına, geliştirdiği taraflarına tamam mı? Ve zaten hep diyorum ya, ikisinin de ötesi Var..

Ben: Haklısın, tamam..

O: Tamam, şimdilik sevgiyle kal tatlım e mii.. Mutlu yıllar..

Ben: Sevgiyle kalayım tamam.. Mutlu yıllarım Ol’sun kabul..

kıvırcığım..

Ben seni çok seviyorum “Kıvırcığım”.. Her ne kadar saçlarımı hiç öyle kullanmasam da, bir gün söz, sen gibi yapacağım.. Hep kalbimdesin ve beni hep sıcak ve sevgide tutan, gözlerimi sevgiyle dolduransın.
Saçımı senin gibi kullamasam da gözlerim ve kalbim, senin gözlerin ve kalbin.. Bunu her içime bakışımda ve her aynaya bakışımda biliyorum.
En masum halim, sevgili çocukluğum, bebeğim benim..