Pofi, Gamer, Tiger..

Mustafa Karnas’ın hep dediği gibi mekan gerçekliği yarattı, sahiden öyle oldu. Bundan yaklaşık bir yıl önce bahçeli bir eve taşındım ve gerçekliğim değişti. Şimdi buradan kedilerle hikayemi anlatmaya başlayayım çünkü daha önce onlarla iletişimim hiç olmamıştı, meğer ne büyük lütufmuş, şükür.

Yavrular şu an 8 aylık oldu, bu 8 ay oğlanlarla hem çok tatlı hem bazen hala çok zorlayıcı da oluyor ama kesin olan, bu deneyimin paha biçilmez olduğu. Kediler ve mutlaka diğer canlar hiç büyümeyen çocuk gibi, özellikle yavrular hani olur ya, 3- 4 yaşında iki oğlan gibi, sürekli haylazlık peşinde, işte öyleler. Ve zaten ne kadar büyüseler bile, diğer kediler de çocuk, hepsi bebek onların, tanrının emanetleri.

Her şey geçen mayısta bahçede, gelince beslediğimiz kedilerden birinin bizim evde doğurmasıyla başladı. Aslında Pofi bize ilk geldiğinde çok küçüktü, geriye dönüp baktığımda anlıyorum ki 3- 4 aylık falandı, kış gecelerinde genelde dizimin dibinde oldu ve baharda, hamile olduğunu anlamamıştım ama iki yavru doğurdu. Tabi o zaman bu konuların cahiliydim, şimdi epey tecrübe sahibi oldum.

Neyse, ilk yavrularıydı ama içgüdüsel olarak 4. aylarına kadar çok güzel annelik yaptı, sonra oğlanları uzaktan bile görse kudurdu. Zaten Pofi bence dünyanın hem en muhteşem hem de en yabani kedisi, herkese yanaşmayan, yanaştırmayan bir çocuk o.

Yine netice, Pofi onlarla iletişimi bırakınca yavrularla ilgilenmek genelde bana düştü, hatta öyle ki geceleri uzun zamandır birlikte uyuyoruz. Küçükken bu daha kolaydı ama onlar büyüdükçe yatakta bana ancak ayak uzatacak yer kaldı. Şaka bir yana, onlara bakıyorum ama biliyorum onlar benim malım değil, biz onlarla yol arkadaşlığı yapıyoruz, hayatın izin verdiği yere kadar. Aslında tüm canlılarla, insanlarla, çocuklarla olması gerektiği gibi, birlikte yürümek istediklerimiz bizim yoldaşımız, malımız değil, eşimiz, çocuğumuz dahi. Aramızdaki karşılıklı his, duygu paylaşımı, koşulsuz sevgi ve her gün tekrar şaşırdığım bir sürü hayretlik şey ve bu benim tanrının yaratımı konusunda hayretimi arttırdı.

Kediler ve dahi eminim diğer canların insana verdiği o sımsıcak sevgi öyle müthiş ki, o başlarını omzuna koyarkenki teslimiyetleri, o sıcacık nefesleri, o her zaman etrafında olmak isteyen gayretleri tarifsiz mutluluk.

Netice biz şu an evde 3 kediyleyiz (anne Pofi ve oğlanlar Gamer ve Tiger), onlar evin bir parçası. Tabi kış koşullarından dolayı eve aldığım iki çocuk daha var, o yüzden bir yıl önceye bakarsam, bazen evin içi sahiden çılgınlar evi, yani şimdilik durum bu.

Demem o ki, bir yıl öncesine kadar böyle bir şeyi bilmiyordum, oysa kediler şimdi hayatımın doğal parçası, çocuk onlar, tanrının geçici emaneti. Unutmayın, rızkı veren hüdadır, o yüzden kapınıza, yolunuza çıkan canlara ondan gelen misafir olarak bakın, onun hediyesi olarak sevin, bu mutluluğu yaşamaktan kendinizi alıkoymayın.

Şu an bu konuda ilk yazışım oldu, o yüzden duygularımı tam anlatamadım belki çünkü sevgi tarifsizdir, tarifi olursa da hep eksiktir ama bir kediyi sevmeye başlamak, kendini ve yaradılışı sevmeye başlamak gibi. Dilerim bu duygu isteyen herkese nasip olsun.

Üstteki siyah uzun tüylü olan anne Pofi, o dünyanın en güzel kızı. Siyah beyazlı Gamer, o çok yaramaz ve oyuncu bir oğlan. Ve Tiger, küçük kaplan, dünyanın en iyi huylu oğlu (Tabi arada yatakta ayağımı ısırması da sevdaya dahil).

Olduğun beden neyse osun (Yin/ Yang)- Uygurlar..

Bir de habire eril dişil diyenler var, bunu ancak bütünü bölersen diyebilirsin, hatta hücrelere, atomlara kadar inersin. Gerek var mı buna? Ne bedenle geldiysen dünyaya sen osun, kadın bedenindeysen kadın, erkek bedenindeysen erkeksin. İçinde olduğun, gördüğün bedene inanmıyor musun, ispat şahit mi lazım sana? Neysen osun, ne hissediyorsan osun.

İnsanı hücrelerine kadar didiklersen neler neler çıkar, tabi ki 46 kromozomun yarısı anneden yarısı babadan, sende ikisi de var, bundan şüphe mi duyuyorsun? Bilim bu, ispatlanan. Ve tabi nasıl fizik beden biraz anne, biraz babadan ise, ruhsal yönünde biraz anne biraz baba soyundan ve hepsinin ötesinde ruhun kendisi zaten bilemediğimiz alemlerden.

Ruh var mı, ispatı var mı? Ruhun ispatı vicdan, merhamet, şefkat vs vs, bunlar başlıcaları. Tabi ki o var. Ve ruhunu satanlar da var, vicdanını duymayan, zalim olanlar.

Bütüne bakın, didiklemeyin, didiklenecek şeyler var ama o kişisel olarak kendimizle, kendi yolumuzu temizlemekle ilgili, kendini bilmek ve hatta bildiğini bilmek ve hatta bildiğini de unutmak.

Derinlere inersen ve ayrıştırırsan beden içinde ne tuhaflıklar var, mesela Uygur tıbbı der ki; bedende enerji hatları var, onlar bedeni bir şekil halinde tutuyor, gösteriyor. O enerji hatlarına meridyen diyorlar.

Ve dahası da var, eğer ayrıştırmaya devam edersen bedende ayrı ayrı organlar var, onlara Uygur tıbbında yin ve yang organlar diyorlar. Yin yani dişi organ, yang yani eril organ. Mesela bedenin koca fabrikası karaciğer YİN organ, yani dişi, ufacık safra kesesi YANG, yani eril organ vs. Uygurlar içi dolu organa yin, içi boş organa yang diyorlar.

Daha da derine inersen, hücreler, hücreler arası, hücrenin organalleri vs vs. Ve daha da inersen atomlar, nötron, proton vs, yani derin bir alem bu. Eğer tefekkür edersen dalarsın bu aleme ve kim bilir ne inciler bulursun.

Ve fakat her şeyden önce insansın, şekillenmiş insan, cinsiyetin bunun bir detayı, parçası, neysen onun kıymetini bilip sefasını sürmek için var, tecrübenin bir parçası, çok da önemli değil yani, tadını çıkar yeter, gerisi boş işler. Önce insan ol, o yeter.

Cinsiyetle ilgili enerjiyi artırmaktan bahsedenler, yani libidoyu, o sadece insanın yaşam isteğini artırmakla ilgili bir şey. Libido yaşam enerjisi, insanın hayata tutunma isteği, gücü, yaşamın kıymetini bilip, tadını alması ile ilgili. Tabi bu bazen biraz azalır, bazen artar, sadece çok düşürmemek önemli, yaşamak için bu gerekli.

Netice var olduğun bedende hissettiğin cinsiyettesin, bunu çok sorgulama. Beden yaşamak, deneyimler kazanmak için var, onu hiçe sayanlar gibi, kıymetini bilip yaşayanlar da var. En iyisi kıymet bilenlerden olmak, bedenin zihinsel ruhsal tecrübenin aracısı olduğunu bilmek ve o emenete sahip çıkmak.

IMG-20181231-WA0014

İçimizde çocuk falan yok, yalan bunlar..

İçimizdeki çocuk der durur bu yüzyılın yalanları, oysa içimizde çocuk falan yok. Andan ana değişen beden, onun anıları, hisleri, duyguları ve ruh denilen manevi sistemi var. Kimsenin içinde çocuk falan yok, bu yalandır. İnsanın karakteri, yapısı, bir şekilde yaşananlar ve onlara verdiği tepki ile sürekli değişir ve genelde yapının şekillendiği ilk yıllardaki anılardır. Yani içimizde avutulacak bir çocuk yok, yaşanan anılardan kalan tortular var.

Bu tortular daha çok yaşamın ilk yıllarında oluşur ve üzerine yıllar içinde birikintiler devam eder, tortu küçük bir evin çöpünden zamanla kentin çöplüğüne dönüşür, yani giderek büyür ve bir türlü kapanmaz. İnsanın içinde aradığı çocuk falan değildir, masumiyettir ve o aslında bir kuytusunda hep vardır, tabi ortaya çıkarırsa görünür olur. İnsan hep masumiyeti arar tüm yaşamda. Masumiyet aslında insanın ana özünde vardır ama o tortuların artışıyla zamanla görünmez olur. Yani onu bulmak için çöpün temizlenmesi gerekir.

Çöp nasıl temizlenir? Önce orada olduğunu görmen gerekir, yani kendine açık olmak, saklanmamak, netlik. Sonra o çöpü neyin oluşturduğunu bulmak, sonra temizlemek gerekir.

Çöpün varlığını bize ne gösterir? Sıkıntılar, bunaltı, endişe, kaygı, mutsuzluklar. Bunların ara ara olması değil, hayatımızın çoğunu kaplaması belirtidir. Bu, temizliğin başlaması için uygun vakittir.

Nasıl yapacağız? Acıtan o anı ya da hissi fark ettiğimizde önce onun yaşanıp bittiğini, bunu istesek de değiştiremeyeceğimizi kabul edeceğiz, başka şey yapamazdık, olacak olan oldu. Bu birincisi. İkincisi; en olgun, bilge halimizle o anıyı yaşayan halimizi çevirip oluşan çemberde en doğru cevapları bulacağız. Bugün değilse yarın, sorana cevap mutlaka gelir. Sadece sormasını bil, kalbin cevabı bilir. Bunun içinde kendinle kalman, zaman ayırman, çözmen gerekir. Ve üçüncüsü; sorular ve cevaplarla tortu zamanla çözülür. Dördüncüsü; insanın kendiyle çalışması tüm ömür boyudur, başı yok, sonu hiç yok, 100 yılda yaşasan temizlik hep gerekir. Ve beşincisi; işte masumiyet o temizliklerden sonra görünür olandır, kiminde az kiminde çok ama çalışırsan görünür.

Netice insanın aradığı masumiyettir ve kimsenin içinde çocuk falan yoktur, var olan yaşanan yıllar ve onların anılarıdır.

fbt

fbt

Sorun yok..

Sadece bu anda ol, burada, evet gözyaşın da akabilir, sorun yok bunda. Biraz bekle ama sakince. Aksın gözyaşın çünkü insansın, mutlaka bir duygu vardır onun altında. Hem defalarca çıkmaya uğraşmıştır farkında olsan da olmasan da, o yüzden bırak aksın. Aksın çünkü insansın, bir yerlerde sıkışık kalan duygular üretmişsindir, onlar çözülmemişse bekliyordur vaktini, o yüzden belki şimdidir vakti, bırak süzülsünler yanaklarından. Farz etki yanakların dağların başından çıkan küçük bir dere ama çok küçük unutma! Aksın oradan ırmağın suyu usulca, buna kafanı takma. Sadece o ara ara akarken, sen de ara ara nefesini dinle, onu sakinleştir, aldığın ve verdiğin nefesi. Nefesin temizler ırmağın kirini, sadece onu dinle. Geçecektir, her zaman geçer, sakın o acıtan duygulara fazla odaklanma. Odaklanma çünkü anlamı yok, anlamsız şeyler, duygu işte, gelir geçer, takılacak şey değiller, onlar duman gibi buhar olur geçer. Takılma onlara, onlar değersizler. Eğer sen akıllıysan değersizi kıymetlendirme, onlar anlamsız çer çöpler. Ve geçer…

Yuva..

İnsan gördüğü her insanda veya canlıda veya mekanda, hep o hissi arar: Yuva hissi, yuvada olma hissi. Ve kendi bile ne aradığını bilmeden çaresizce hep onu bulmaya çalışır, yuvasını arar durur insanoğlu. Lafım insan olmayanlara zaten değil.

Ve zamanın ve ömrün bazı noktalarında onu bulduğunu sanır, genelde de bir insanda veya insanlarda. Bu benim yuvam der, bunu kelimelerle demez belki ama bazen o insana bu hissin ucunu hissettiği için katlanır, bırakırsa acı çeker. Çünkü yuva hissi önemlidir, onu kaybetmeyi göze alamaz. O yuvada olma hissi, annesinin memesini emen bebeğin tatmini gibi, sevgilinin kokusu gibi, o his insanın tanrıya iman etmek gibi, o his hayretullah makamında olmak gibi.

Ve bu yoğun tatmini, güveni, koşulsuz sevginin en saf halini arar insan ömrü boyunca gördüğü her nesnede. Şanslı olanlar belki bulur bunu bir canlıda, çok daha şanslı olanlar, yani teslimiyete bir an için bile olsa dalanlar yuvanın tam neresi olduğunu birden anlar.

Yuva dışarıda bir yerde değildir, olamaz. Yuva sadece kendinde bulacağın, kavuşacağın yerdir. Kalbine baktığında, orada hissettiğin, hep orada olan, sen yuvandasın zaten der, hep sevildiğin hep korunduğun yer. Hatalarını görüp, arındıkça orada olursun, senden hiçbir zaman ve koşulda ayrılmamış, bir olduğun yer.

Yani kendinde olduğun her an yuva, o hep yanında olan, olmasa bir an bile yaşayamayacağın, hani şah damarından yakın denileni hissettiğin yer ve an; yuva. Belki onu her zaman hissedemezsin ama olsun bunu bilmek de önemli. Zaten yuvada daha çok olmak da sana bağlı, yaptıklarına, yapmadıklarına, niyetlerine.

Netice kendinde kendini iyi hissettiğin yer ve an yuvandır. Onu başka şeylerde arama.