Essin rüzgarlar, sen onu boşver..
Kulağına güzel fısıltılar geliyor mu?
Sen onu söyle yeter.. 🙂 🙂
Essin rüzgarlar, sen onu boşver..
Kulağına güzel fısıltılar geliyor mu?
Sen onu söyle yeter.. 🙂 🙂
Bazı şeylerin nedeni olmaz. Neden diye sorulmaz. Bilemezsin çünkü..
O öyle olur. Öyle olması gerektiği içindir..
O: Bu bağı kesmemi ister misin?
Ben: Olmaz..kalsın.. Bu bağ, beni hayata karşı sıcak tutuyor. Her ne kadar bazen acı çeksem de, bu bağ “Beni hayata karşı sıcak tutuyor”.
O: O zaman acı çekme.. Acı çekiyorsan, bu bağ kesilmeli.. Artık acıdan zevk alma zamanı değil.. En azından sana hiç değil.. Kararını ver.
Ben: Tamam, düşüneceğim..
O: Düşünme.. Şimdi cevabını ver!!
Ben: Sen beni zorlamazdın..
O: Bu konu önemli.. Önem nedeni şu; Olan veya olmayanın kendisi önemli değil.. Olan veya olmayanın altında yatan, senin duygu ve hislerin önemli. Şu anki duygu ve hissedişi geçmelisin artık. Bunu geçmelisin.. Bu bakışı bırakmalısın. Sen, bırakışın ne olduğunu sanıyorsun. İnsan sadece dünyasal şeyleri bırakmaz. Bırakış sadece, insanları şehri eşyaları kişileri bırakmak değildir. Duygular, hisler, inançlar, kabuller, kavramlar da bırakılır. Bırak artık bazı enerjileri.. Kolayını seç, hala görmüyor musun? Hepimiz yanındayız, bunu hissetmiyor musun? Senin için bu kadar desteği ısrarla kabul etmiyor musun? O halde, sen bilirsin.. İstediğin gibi yaşa..bize dert yanma.. Sadece NET Ol.. Ne dersen onu kabul ederiz. Sadece ikili oynama, bu sadece seni yorar. Karar senin.. Ne dersen o olsun.. Ve en önemlisi “Teslimiyet lafı, sözde değil, senin özünde olsun” Akışa teslimin, neşeyle ol-sun.
Ben: OL-sun..
Bağı, ben istersem kesebileceğini söyledin.. doğru mu?
O: Öyle dedim de, aslında doğrusu şu; Bağı, istersen, sen kesebilirsin. Bu bırakıştır. Ben ve biz, senin istediğini yaparız. Bağı, sen istemezsen, biz dediğini yaparak, keseriz. Büyük ölçüde olan budur. Küçük ölçüde olana karışma. Temele karışma, o bizim düzenimiz.
Ben: Anladım..
O: GÜÇLÜ ve NEŞELİ OL.
Ben: Tamam..GÜÇLÜ VE NEŞELİYİM. BEN BURADAYIM. Uzatmayacağım. ÖNCE BEN VARIM..
O: Güzel.. 🙂 🙂
Allahım bu defa sana teslimim
Gerçekten teslimim sana bu defa..
Ben denedim, yapamadım,
Sen bilensin.
Ben zihnen yoruldum, Sen yorulmayansın.
Ben bir şey olduğunu göremedim, sen görensin.
Ben duyamadın, sen duyansın.
Ben anlayamadım, sen anlayansın.
Bu defa ben bıraktım, sana teslimim.
Sen ne dersen o olsun, sana teslimim.
Bugün boşum, bu boşluğu bildiğin gibi
Sen doldur e mii?..
Bir elbise, içinde üretenin enerjisi varsa güzeldir ve o zaman canlanır.
Bir elbise, içinde BEN olduğum zaman güzeldir ve o zaman canlıdır.
Elbiseyi güzel ve canlı yapan, içindeki enerjidir.
Ben: Bugün biraz nazlayıp sevsen beni..
O: Hayırdır, ne oldu..
Ben: Bir şey olmadı, böyle bir haldeyim, şevkat istiyorum, biraz sevgi, biraz naz, çok mu zor senin için bunları vermek?
O: Neyin var?
Ben: Sorma lütfen bilsem derim. Aslında bunu derken biraz sor ve yardım et istiyorum.
O: Farkındayım, sen duyguların konusunda, zorlanınca konuşabiliyorsun, biliyorum. Bu belki enerji çekme yolun. Evet neler oldu bu iki günde, neden böylesin?
Ben: Bilmiyorum..Sanki anlamsızlık.. Bende, yapmayı arzuladığım her şeyde anlamsızlaştı. Bilemedim yani.. Bir şey arzulamıyorum, istemiyorum sanki..
O: Bu neden oldu dersin?
Ben: Odağım hiç kendimde değil, bütün sorun bu, ben kendimde olamıyorum. Mutluluğumu kendim dışında şeylere bağlamışım, kendime değil. O yüzden bir şeyi istediğim kadar alamayınca kırılıyorum. Sanki bugün daha çok sevgi ve ilgi istiyorum. Yani her zaman böyle değilim biliyorsun. Aslında normal halimde fazla ilgiden sıkılırım.
Yok yok anladım fazla ilgi değil sorunum, sorunum şu; Ben sürekli olmayan üzerinden düşünüyorum, abartıyorum, bu beni üzüyor. Olmayanı, olmuş gibi hissediyorum ve işin komik yanı ne biliyor musun? Ben ne olmasını istediğimi bile bilmiyorum? Bilsem bile bunun nasıl yapılacağını bile bilmiyorum. Netice saçma bir yer ve durumdayım. Hemen toparlamalıyım.
O: Pekala, kendinle sürekli bağlantılı ol, öncelikle gönlüne güven, o doğru söyler, aklına her zaman takılma, bırak kendi haline. Bunu yaparsan, güvende hissedersin. Evet biraz abartma huyun var, duyguları, her şeyi. Unutma duygu dediğin nedir ki? O geçer, o kalcı olan değil.
İçinde sadece sonsuz neşenin olduğu o yeri hisset. Ben ordayım, sende orda ol. O gözlerine yazık etme, sonsuz neşede ol. Etrafına bak ve gülümse, boşver gitsin, ne olacak sanki. Her şey “OLSADA OLUR OLMASADA OLUR”. Takılacağın bir durum yok. Böyle mızmızlanmak uygun değil. Olsa ne olur olmasa ne olur bir düşün. Bir şey fark eder mi? Hayır. Rahat ol. Takma ve umursama. Böyle yapmazsan, bende seni umursamayacağım, saçmaladığının farkındasın, öyleyse bu saçmalık niye, yeter.
Ben: Oooo, bakıyorum fenasın.
O: Bugün bundan anlayacak gibisin. Sakın yapma, abartma, doğal haline bırak. Bu en doğrusu. Odağını nerde tuttuğuna dikkat et. Odağın bozulduğu anda tekrar düzelt.
Ben: Tamam.. haklısın. Şimdiden daha iyiyim.
O: Tamam.. Güzell..
Tüm beden duyar, sade kulaklar değil
Tüm beden nefes alır, sade burun değil
Tüm beden tat alır, sadece ağız değil
Tüm beden dokunur, sadece eller değil
Tüm beden görür, sade gözler değil..
Netice tüm beden acı çeker veya keyif alır
Sade bir bölüm değil..
Var olan her şey enerjidir. Enerji değişik aralıklarda titreşebilir. Buna FREKANS denir. Düşük titreşimde olduğu zaman, biz enerjiyi katı madde olarak görürüz. Katı gördüğümüz her şey, titreşimi düşük enerjidir.
Biz neden katı görürüz? Nedeni şöyle; Biyolojik bir sistem olan bedenin programı bu şekildedir. Yani beynimiz, gözlerimiz bu şekilde düzenlenmiş ve katı görüyoruz, dokunduğumuzu sanıyoruz, oysa hiçbir şeye dokunamıyoruz.
Var olan her şey belirli titreşime sahip, bu artık bilimsel olarak kabul edilen bir durum.
Bedenin bütününün, her kişide farklı olan bir titreşim düzeyi vardır. Bu titreşim düzeyini pek çok şey etkiler; yediklerimiz, duygular, okuduklarımız, gördüklerimiz, dokunduklarımız, içinde bulunduğumuz çevre vs vs. Olumlu duygular, frekansımızı yüksek tutuyor ve olumsuz olanlar düşürüyor. Yine hastalıklar, titreşimimizi düşürüyor.
Kişiler arasında da bu açıdan farklılıklar var. Bize yakın titreşimde olanlarla yakın olup bir arada bulunuyoruz, diğerlerini uzak tutuyoruz.
Her insanın bedeninin içindeki organ ve sistemlerinde farklı titreşimleri var. Bedenin bütününün titreşiminden farklı, kendilerine özgü, kişisel titreşimleri var. Bazı organların titreşimi daha yüksek, bazısı daha düşük ve hepsinin oluşturduğu bütünün bir ortalama frekansı var.
Organlar içinde de, o organı oluşturan hücrelerin hepsi farklı titreşimde olabilir.
İşin ilginç tarafı örneğin karaciğer hücresi olan hepatositlerin bilinen belli bir ortalama ömrü var. Bununla birlikte bazı karaciğer hücreleri, bu ortalamanın çok üstünde yaşayabiliyor, ya da bazısı beklenenden erken ölüyor. Ya da bazı barsak hücresi hemen ölüyor, bazısı uzun yaşıyor. Bazı deri hücresi hemen dökülüyor, bazısı uzun yaşıyor. Bu neden oluyor?
Bunun nedeni; kendi içlerinde de, hücrelerin titreşimi farklıdır. Bazı hücreler daha düşük, bazı hücrelerin titreşimi daha yüksek olabilir. Yani organın içinde hücreler arasında da fark var. Bazı karaciğer hücresi daha olumsuz duygularla yüklü, diğerleri daha iyi durumdadır. Bu onların ömür süresini etkiliyor olabilir.
Kişisel olarak tek tek hepimizin bir titreşimi var; Tek bir kişinin belli bir frekansı var. Detaya girince organların titreşimi var. Daha derinde o organın içinde hücrelerin titreşim farkları var.
Kişiden, genele gidersek; Her kişinin bir titreşimi var, o kişinin yaşadığı bölgenin (kişilerden etkilenen) bir titreşimi var. O ülkedeki insanların ve tüm Dünya insanlarının bir titreşimi var. Vs vs.. bu uzar gider. Bütünden birime, birimden bütüne gider.
Buradan evrenin işleyişine geçelim; Evren bizi nasıl görür, biz ne ifade ederiz, toplumsal evrensel olaylar şekillenirken neye göre, kimi veya kimleri seçer, neden onları seçer?
Evren yaratılış, bizim sadece titreşimimizi görür. İşlemini yaparken sadece frekans farkına göre belirlenen BANT ARALIKLARIMIZA, titreşim aralıklarımıza bakar.
Bazı olayların oluşumu için, belirli titreşim aralıklarındaki frekanslara ihtiyaç vardır. Evren, olaya dahil edeceği insanları kişi olarak seçmez. Yaratılış, yıkıp kavuracaksa önce düşük frekanslı alanları kullanır. Eğer tesadüfen siz oradan geçiyorsanız tamamdır. Bazende şöyle olabilir; siz kişisel olarak kendinizi olumluda tutmaya çalışıyorsunuzdur ama bulunduğunuz çevrenin ve insanların enerjisi düşüktür. Orayı bırakamıyorsunuzdur. Tabi ki, bazen daha ince nüanslar, son anda oradan çıkışlar vardır. Ama genel işleyiş budur.
Korku ve tüm olumsuz duygular (endişe, öfke, şüphe, sinsilik, vesvese vs vs) düşük titreşimli enerji alanlarıdır. Bu duygu durumlarında kalmayı, biliyoruz ki hiçbir kadim bilgi önermez.
İnsan olarak bu duyguları hissettiğimiz anlar olması çok doğaldır. Sorun olansa şudur; Bu düşük titreşim alanlarında uzun kalmaktır.
Bu alanlarda uzun kalmamak, bunu fark etmek, bile isteye İRADE gösterip toparlanmak, duyguları düzenlemek önemlidir.
Bazen düşmek değil, kalkmaya direnmek sorun olandır. Düşmek yaratılışımızda var. Bu olabilir. O zamanlarda tekrar kalkmak toparlanmak için emek harcamamız gerekir.
Bazı organlar, bazı duyguların yeridir. O duygunun kaynak enerjisi, o organdır. Organların kendi içinde ikilikten kaynaklanan, o duygunun iki zıt ucu vardır. Örneğin Kalp, hem neşe sevgi sevinç duygularını taşır. Bunlar kalbin olumlu duygularıdır. Acımasızlık gaddarlık zalimlik yine kalbin diğer uçtaki duygularıdır. Bir insanın kalbinde hangi duygular baskınsa, o kalbin titreşiminin ortalamasını bu belirler. Olumsuz duygular her zaman frekansımızı düşürür, olumlu duygular frekansı ve bant aralığını yükseltir. Organların tek tek titreşimi bedenin genel frekansını belirler. Bu böyle uzar gider.
İnsanların titreşimi onları belli titreşim aralığında tutar. Yaratılış sadece titreşimi hisseder, çünkü tüm evren titreşim içindedir.
Buradan şuna gelelim; Bizim olumlu dediğimiz bir olayın içinde olma durumumuzu belirleyen şey, bizim titreşimlerimize göre bulunduğumuz ALANLARIMIZDIR. Yaratılış, iyi dediğimiz olayda bulunacak insanları seçerken, tek tek o kim bu kim diye görmez. O İYİ OLAY için gereken enerji düzeyini bilir, o enerji düzeyinde, yani o bant aralığında kimler var görür ve onları bu İYİ OLAYA dahil eder.
Aynısı bizim olumsuz, kötü dediğimiz olaylar içinde geçerlidir. Kötü dediğimiz olay, düşük titreşimli alandır. Buna seçeceklerini belirlerken, o anın titreşimine bakar. O anda, o aralıkta bulunuyorsak, olumsuz olayın içinde bulunmak mümkündür.
İşte tüm bunlardan dolayı, insanız tabi ki zaman zaman tüm olumsuzlukları hissedebiliriz. Buna hakkımız vardır. Önemli olan uzun sürelerde burada kalmamaktır. Düşsek de kalkabilmektir.
Yani olaylar, bizi sadece frekansımıza göre içine alır veya almaz. Olay enerjisi şunu yapmaz; bu Ayşe şu Ali şu Veli demez, sadece titreşime göre bulunduğumuz alanları görür ve bunu esas alır.
Bir de şu bilgi vardır; Tüm evrenler iç içedir. Her şey buradadır, tüm görünür ve görünmeyen olanlar bir aradadır. Biz sadece bizim gördüklerimizi biliriz, diğerlerini görmediğimiz için yok sayarız. Bu neden olur; Nedeni yine aynıdır. Bizler, titreşimi bize yakın olanları görebiliriz. Daha hızlı ve düşük olanlar görünmez alanlardır. Oysa her şey iç içedir. Dış yaşadığımız evrende olanlar böyledir. En basiti biz insanlar belirli frekans aralığındaki sesleri duyabiliriz. Bunun altı ve üstündeki sesler bize kapalıdır, işitmeyiz.
Buradan şunu düşünelim; İçimizdeki her organın ve her hücrenin titreşimi farklıdır. O zaman titreşimi farklı hücreler acaba birbirini görmez ve bilmez midir? Sadece yakın tirtreşimli olanlar mı birbirini bilir? Yani muhtemelen tüm mide hücreleri birbirini bilmez, titreşimi kendine yakın olanı görür ve bilir. İnsanın içinde de “Tüm evrenler iç içedir” bu olabilir mi? Sanki mümkün görünüyor.
Yine insanın içindeki hücrelerin yaşam süreleri, onların titreşimlerine göre değişen, bulundukları bant aralıkları ile ilgili olabilir mi? Bu nedenle mi, bazı karaciğer hücresi az, diğeri çok yaşıyor? Bu da olası görünüyor.
Neticede bu durumda, neden aklımızı ve kalbimizi temiz tutmak önemli bu görülüyor. Her şey buna göre yön alıyor. Bunlar dünyanın gerçeği.
Evren için sadece OLAN var. Olanın hangi yanında dengeyi sağlayacağımız ise bizim yaşadıklarımızı belirliyor.
Yaratılış sadece titreşim aralıklarını görüyor. Ee o zaman “Düşmez kalkmaz bir Allah” deyip, düşsek de kalkmasını bilmeliyiz. “Tüm evrenler iç içedir” bilgisi ile, gördüklerimizin, kendi enerjimizle uyumlu olanlar olduğunu aklımızda tutmalıyız. Biz görmüyoruz, duymuyoruz diye, olan yok değil..
Yazan: Aydek Sultan Özdemir
1.7.2016
http://www.beyazyol.com/lists/titresim-araliklari/230
Son yıllarda artan bir şekilde korku ve endişenin tetiklendiği bir dönemde yaşıyoruz. Olaylardan sonra hakaret etmek, nedenlerini anlamaya çalışmak, lanetler okumak bir işe yaramıyor. Belki sadece içimiz biraz rahatlıyor. Buna da diyecek bir şey yok, bu da gerekiyor.
Bir gün sakin olsak, ertesi gün veya ay ciddi olaylarla sarsılan zamanlardayız. Yüzlerce canın ölümünün doğal hale geldiği, bir iki gün ah vah edip, sonra tam unuturken yeniden sarsıldığımız bir dönem.
Peki ne yapacağız, insanlar, canlılar yok edilirken, bizim sorumluluğumuz ne, biz ne yapabiliriz? Bana bu ara bu soru çok sorulur oldu, benim cevabım ise şöyle;
Öncelikle acının yok sayılması doğru olmaz. Her can kıymetlidir, her ölüm zamansızdır, yıkıcıdır. Acı ve korku toplumsal olaylara bağlı ölümlerde doğaldır. Bu işin dünyasal yönüdür.
Diğer yandan, hiç kimse kendi istemeden ölmez. Her ölen tam uygun zamanındadır. Her giden canın büyük planda bizim bilemediğimiz bir nedeni vardır. Yaşarken bizler her zaman bunu bilemesek bile mutlaka bir şeye vesile oluyordur.
Bizler dualite (ikilik) gezegeninde yaşıyoruz. Yani her şeyin zıddıyla anlaşılır olduğu fiziksel dünyada yaşıyoruz. Ölüm var çünkü doğum var. Ölüm dünyadan kalksa, doğumda olmaz. Bunu anlamalıyız.
Tüm bunların ötesinde, zıtlıklara ihtiyaç duyulmayan her şeyin TEK olduğu bir alan var. Ermişlerin dediği alan bu. Fakat dünya yaşamındayken kimse, sürekli bu TEKİLLİK alanında olamaz, yaşanan gezegenin kuralları var. Yani ölüm var. Şekilleri bazen bize ansızın gibi görünse de, her şekil acı verse de, ölüm dünyanın gerçeği.
Birde şunu hep aklımızda tutalım; “Hiçbir şey göründüğü gibi değildir”. Bu çok önemli bir bilgidir. Dünya sahnesinde bizler bir konuda ah vah ederken, o olayın arkasında başka şeyler olur ve bunu göremeyiz. Bilmediğimiz o kadar çok şey var ki, göremeyiz.
Toplumsal olaylarda olanda budur. İnsanların hayatı hiçe sayılır, büyük bir korku ve panik yaratılır. Bu günlerde üretilen büyük miktarda korku enerjisi, birilerinin işine yarar. Amaçları sadece ‘korku enerjisini’ arttırmaktır ve bunu başarırlar. Korku ve geleceğe dair yılgınlık. Bu onların işine yarar.
O zaman ne yapalım; olanları görelim, yok saymayalım. Bununla birlikte bizim korku enerjimiz iyi insanlara, dünyaya fayda sağlamaz. Bu nedenle her ne olursa olsun, fiziksel dünyada yapabileceklerimizi fiziksel olarak yapıp, sonrasında olduğu kadar zihnimizi olumluda tutalım. Genelin tavrına abartılı bir şekilde günlerce katılmayalım.
Yani burada yaşarken yapabileceklerimiz varsa yapıp ve sonrasında zihnimizi uzun süre olumsuzda tutmamak çok önemli.
Daha sonra nedenini yazacağım ama kısaca şöyle; Evren, yaratılış; bizim sadece enerjilerimizi görür. O işlem yaparken sadece frekanslarımıza göre bizi o işin içine katar. Korku, düşük frekanslı bir enerjidir. Uzun süre korkuda kalmak, sadece zarardır.
Netice; Yapmamız gerekenleri yapalım ve her ne olursa olsun zihinlerimizi temiz tutalım.
http://haber999.com/kose-yazisi/74/toplumsal-olaylar-ve-korku-enerjisi.html