ben ve dünya

Dün güneş benim için battı, ay benim için doğdu ve bu sabah güneş yine benim için doğdu. Önünden geçerken kuşlar bana cıvıldadı, yürürken rüzgar saçlarımı taradı düzeltti, ben insan görmek istediğim için etrafımda insanlar vardı 🙂

Bugün dünya benim için var. Nedeni basit, bugün ben varlığımda mutluyum, bugün ben varlığımla coşku doluyum.

Bugün dünya benim için var 🙂 Olmadığım anda dünyada benim için yok.

Bugün dünya benim için var, bende dünya için varım. Ben mutlu var olunca, Dünyada benim için mutlu bir şekilde var.

Bugün ikimizde mutlu varlık tarafındayız, Dünya ve Ben, Ben ve Dünya 🙂 Biz birbirimiz için varız, bugün biz sonsuz aşk içinde sevdalıyız 🙂

sun_gunes_png_1_6.png

canım

Ah sevgili canım

Beni ben anlıyor muyum ki senden bekleyim?

Bir an bakarsın coşkun bir sevinç

Bir sonrası hüzünlü bir bitiş,

Bir gözlerinden dereler akan

Sonrası güneş olmuş ışıklar saçan,

 

Öncesi sonrası dedim de

Yok öncesi sonrası

Hepsi sanki bir anda olan

 

Mesela hepsi ben ise bunların

Bu Aydek kim ki nerden bileyim?

Yinede bu iyidir, bilirim.

 

Öncesi sanırdım ki Aydek sabit değişmez

O katı, keskin, sınırları var

Öyle sanırdım eskiden.

Şimdi bilirim ki her an değişenin adı ben.

 

Ah sevgili canım

Ben beni bazen bilemesem de

Sen her an beni bil isterim.

Ben bazen düşsem de

Sen tüm zamanlarda elimi tut dilerim.

 

Ah canım sevgili canım,

Zaman denilen gelir geçer

Sen hepsinin içinde ve dışında

Her daim bende ol ben ol

Ben sen olsun, sende olsun

Ben ve sen, biz olsun

Bir yer var derler, işte o yerde

Sen bilirsin ora nerde?

Biz dediğim tek olsun.

 

İşte onun öncesinde, tek olan yerden önce

Birbirimizin içinde ve dışında

Alınan ve verilen nefeste

Yani dünyanın tüm ritimlerinde

Sevdiğim ol sevenim ol

Sen ol ben ol

Her daim elin elimde olsun,

Gönlümün başköşesinde ol

Yolum ol yoldaşım ol

Eşim ol benzerim ol

Netice sen bende ol..

101

Montaigne-2

Denemeler’i okurken, Montaigne’de kendimden şeyler buldum. O yüzden biraz daha ondan bahsetmek istiyorum. Önce ondan birkaç cümle ile başlıyorum;

BENİM MESLEĞİM, SANATIM YAŞAMAKTIR.

BİR ŞEY YAPMADIM NE DEMEK? YAŞADINIZ YA!

BİLGE KENDİ MUTLULUĞUNUN USTASIDIR.

BAŞINA DOLU YAĞAN, DÜNYANIN DÖRT BUCAĞINI FIRTINA İÇİNDE SANIR.

İNSAN BEDEN HAZLARINI GEREĞİNCE TATMAYI BİLİYORSA TANRILARA YARAŞIR BİR OLGUNLUĞA VARMIŞ DEMEKTİR

Montaigne kitaplarını tıpkı gezer gibi, bir şeyleri keşfeder gibi okurmuş. Okumuş olmak için değil, yeni ufuklar yeni lezzetler yeni düşünceler bulmak için okurmuş. (Parantez içleri benden:Yani bu benimde hep yaptığım şeydir. Bir şeyi okumam veya bir yerde gezmem veya yeni bir tada bakmam, sadece merak ve keşfetme duygumdandır. Keşif tadını hissedersem o şeyi yaparım.)

Denemeler’inde hep SERBEST DÜŞÜN, RAHAT SÖYLE der. (Bende hayatımda bunu önemli bulurum. Herhangi bir konuda katı kurallar içinde olmak tercihim olmaz mesela.)

Ruhla bedenin ayrılmazlığını, hayatın sürekli bir değişim olduğunu, doğanın aşılmakla değil ona uyulmakla yenilebileceğini söyler.

Montaigne’ye göre, kimse kimseyi değil, herkes kendi kendisini adam eder, etmelidir. Adam olmaksa kendini bilmekle başlar. Dünyayı kendi gözüyle görüp, dünyada görebildiği kadarını insanlara duyurur. Montaigne derki, benim yazımda asıl aradığım tam anlamıyla kendimin olmasıdır. Herkes kitabımda beni, bende kitabımı görsün. (Mesela bu kısım aynen hayata bakışımla örtüşür. Hayatta yaşadığım her şeyi sadece kendimden geçirebilirsem anlarım ve içime siner. Kitap insan olay yaşanılan her neyse, kendi süzgecimden geçiririm ve kendi cümlelerimle ifade edebilirim. Öbür türlüsünü yani aynısını anlatmayı yapmam yapamam. Her şey illa benim gözümden akar)

Gerçek nedir? Sorusunu Montaigne GERÇEK BENİM diye cevaplar. Yani Montaigne için gerçek olarak sahiden tanıyabileceği tek şey kendisidir.

Başkalarının bilgisiyle bilgin olabiliriz ve ancak kendi aklımızla akıllı olabiliriz der.

Benim yaptığım, bildiklerimi söylemek değil, kendimi öğrenmektir. Başkasına değil kendime ders veriyorum ama bunları başkalarına da anlatmakla kötü bir iş yapmıyorum. Bana yararı olan bu işin belki başkasına da yararı olabilir. Hayata bakışım böyledir, ben hep kendimi anlamaya çalışırım. Böyle olunca başkalarının ne dediği gibi şeyleri pek takmam. (Hayata aynen böyle bakarım, sadece kendim üzerinde TEFEKKÜR ederim, kendimi anlamaya çalışırım. Bu bencillik değildir, kendimi anlarsam, benden herkese yansıyanda iyi olur diye düşünürüm. Kendimi anlamak o kadar vaktimi alır ki, başkalarının dedikodusu ile ilgilenmem. Kendimi bildim de, başkasını mı bileceğim?)

Kendimi olduğumdan az göstermek, alçakgönüllülük değil, budalalıktır. Kendine değerinden az paha biçmek korkaklıktır, pısırıklıktır. Kendini olduğundan fazla göstermek de, çoğu kez gururdan değil budalalıktandır. (Burada kendi adıma hala biraz sıkıntılarım var tabi, olsun öğreniyorum artık, sizde değerinizi bilin.)

Yaşamak, sizin yalnız başlıca işiniz değil, en parlak, en onurlu işinizdir. Önce siz kendi hayatınızı düşünmeyi, çevirmeyi bildiniz mi? Bizim işimiz yaşayışımıza dirlik düzenlik getirmektir. En büyük en onurlu eserimiz doğru dürüst yaşamaktır. Ancak küçük ruhlar işlerin ağırlığı altında ezilir, onlardan sıyrılmayı, bir yerde durup yeniden başlamayı bilmezler.

Bütün çabam kimseye muhtaç olmadan yaşamak, bütün umudum kendimde. Kendimiz ki en iyi, en emin sığınağımız odur. Bazen kendimiz bile güvenilir değiliz yeterince.

Kendimi hem yürekçe, hem varlıkça öyle hazırlıyorum ki, başka her şeyimi yitirdiğim zaman kendimle yetinmesini bileyim. Her konudan çok kendimi incelerim. Benim metafiziğim de budur, fiziğim de.

Bilge, iyi şeylerde bile bir ölçü gözetir. İçinize dikkatle bakarsanız kendinizi iki kez aynı durumda bulamazsınız. Hiç kimseye fazla sevgiyle bağlanmak, bir uşak gibi sadık olmak istemem. Çünkü insanı ihanete alet etmeye kalkarlar. Kendine ihanet eden efendisine haydi haydi ihanet eder.

İki alışveriş (dostluk ve aşk) rastlantılara ve başkalarına bağlıdır. Biri aramakla bulunmaz kolay kolay, öteki yaşla solar gider. Onun için yaşamımı doldurup doyuramazdı onlar. Üçüncü alışveriş, kitaplarla kurduğumuz ilişkidir ki daha sağlam ve daha çok bizimdir. Ötekilerin başka üstünlükleri vardır ama bu üçüncüsü daha sürekli ve daha kolayca yararlıdır. Ömür boyu yanı başımda, her yerde elimin altındadır. Kitaplar yaşlılığımda ve yalnızlığımda avuturlar beni. Sıkıntılı bir avareliğin baskısından kurtarır. Fazla ağır basmadıkları, gücümü aşmadıkları zaman acılarımı törpülerler. Rahatımı kaçıran bir saplantıyı başımdan atmak için kitaplara başvurmaktan iyisi yoktur, hemen beni kendilerine çeker, içimdekinden uzaklaştırırlar. Öyleyken, onları yalnız daha gerçek, daha canlı, daha doğal rahatlıklar bulamadığım zaman aramama hiç de kızmaz, her zaman aynı yüzle karşılarlar beni.

İstediğimiz kadar yüksek sırıklar üstüne çıkalım, yine kendi bacaklarımızla yürüyeceğiz; dünyanın en yüksek tahtına da çıksak, yine kendi kıçımızla oturacağız. Düşüncelerimizin en iyi aynası yaşamlarımızın akışıdır.

Çatışmadan tartışılamaz. Bana çatıldığı zaman öfkem değil dikkatim uyanır. Bana atandan bir şeyler öğrenmeye can atarım. Dünyada insanlığını bilmekten, insanca yaşamaktan daha güzel, daha doğru bir iş yoktur. Bilimlerin en çetini de bu hayatı iyi yaşamasını bilmektir.

http://beyazyol.com/lists/montaigne-2/282

Montaigne4

Montaigne-1

Montaigne’ nin denemelerinde GÜVEN ve KORUMA ile ilgili şöyle bir bölüm vardı, tam metin değil, anlatacaklarım bende kalanlar olacak. Siz isterseniz DENEMELER’den tümünü okuyabilirsiniz.

“KORUNMAK SALDIRANA HEM İSTEK VERİYOR, HEM DE HAK KAZANDIRIYOR: HER KORUNMA İSTER İSTEMEZ SAVAŞÇI BİR KILIĞA GİRER.”

Bölüm böyle başlıyordu. Montaigne Denemeler’i 1572’den 1591’ e kadar olan dönemde yazıyor. Okuduklarımı kendimden geçirerek anlatmaya başlıyorum şimdi; Yaşadığı dönem 1500’li yıllar, o dönemlerde sürekli haydutlar ve saldırganlar şatoları, evleri talan ediyor. Bu çoğu kişinin başına geliyor. Montaigne kendi evi için genel önlemleri alıyor ama hiçbir zaman güvenlik konusunda aşırıya gitmiyor, onun için olması gerektiği kadarı yeterli oluyor.

Çünkü diyor ki “AŞIRI KORUNMA SALDIRGANA İSTEK VERİR”. Bunu aslında hayatımızdaki tüm aşırı koruma korunma güdüsü içinde olduğumuz her alan için düşünebiliriz. Çünkü ana tema KORUNMA güdüsü.

Buradan devamla, Montaigne hiçbir zaman aşırı bir tedbir içinde olmuyor ve onun evine bu tür atlı silahlı saldırgan gruplar pek uğramıyor. Derken bir gün Montaigne evdeyken hizmetçiler birilerinin geldiğini söylüyor, oda gelenleri içeri avluya aldırıyor. Gelenler çetenin öncü grubu, atlarıyla hırsızlık için şatoya geliyorlar.

Montaigne, adamları iç avluya aldırıyor ama adamların şefini gördüğü anda durumu anlıyor. Bu bölümde şöyle diyor;

“Her zamanki gibi, işi oluruna, en doğal ve basit yoluna bırakıp hepsine kapımı açtırdım. Doğrusu, ben aslında yaratılıştan güvensizliğe ve kuşkulara düşmeyen bir insanımdır. Bana kötülük edenleri dinlemeye, hoş görmeye çalışırım. Ejderhalara ve mucizelere nasıl inanmıyorsam, çok büyük tanıklar olmadıkça insanlarda doğa dışı korkunç canavarlıklar olacağına inanmam. Ayrıca ben kadere seve seve boyun eğebilir, kendimi onun kollarına bırakabilirim. Böyle oluşumdan da bugüne dek zarardan çok yarar gördüm. Kader hep benden daha akıllı davranıp benim çıkarımı benden daha iyi sağladı. Yaşamımda başarılmış zor, ya da belki akıllıca denebilecek birkaç eylem vardır. Bilin ki bunlarda benim payım üçte bir, kaderin payıysa en az üçte ikidir. Bence başarısızlıklarımız kadere yeterince güvenmemekten ve elimizde olmayan bir gücü kendi davranışımıza bağlamaktan geliyor.”

Gelenler başka bir bahane ile geldikleri için (atlarını dinlendirmek ve grubun diğer yarısı gelene kadar mola vermek) Montaigne aynen bu şekilde davranıyor. Onları bir tanrı misafiri gibi karşılayıp, ağırlıyor, atlarını avluya alıyor, adamlara yiyecek hazırlatıyor. Sonra hırsızların şefiyle genel konulardan konuşuyorlar.

Montaigne o kadar güven dolu ve masum gözlerle doğal konuşuyor ki hırsızların şefi onun anladığını anlıyor ve Montaigne’nin gözlerindeki güven ve samimiyetten etkileniyor. Montaigne kendini sadece akışa bırakmış, o anın getirdiklerini yapıyor. Yüzü davranışları açık yürekliliği, hırsızların şefindeki kalleşliği içinden söküp atıyor.

Zaten Denemeler’de “HER ZAMAN TALİHE BÜYÜK BİR PAY BIRAKMALIDIR” diyor.

Birde diyor ki;

“KADER HEP BENDEN DAHA AKILLI DAVRANIP BENİM ÇIKARIMI BENDEN DAHA İYİ SAĞLADI. YAŞAMIMDA BAŞARILMIŞ ZOR, YA DA BELKİ AKILLICA DENEBİLECEK BİRKAÇ EYLEM VARDIR. BİLİN Kİ BUNLARDA BENİM PAYIM ÜÇTE BİR, KADERİN PAYIYSA EN AZ ÜÇTE İKİDİR.”

Ben Montaigne Denemeler’ini Sabahattin EYÜBOĞLU’nun çevirisi ile okudum. Kesinlikle felsefe ile ilgilenen herkesin okumasını tavsiye ederim.

Netice her konuda elinizden geleni yapın ve yaratılışa mutlaka pay bırakın.
http://beyazyol.com/lists/montaigne/281

Montaigne4

dene

Hepsi olur, yeter ki sen iyi ol. Bazen yapamayabilirsin yinede dene. Hani meşhur topal karınca hikayesini bilirsin, karınca gönlünün isteğini takip etmiş, etrafındaki herkes itiraz etmiş, yapamazsın hem küçüksün hem sakatsın demiş. Topal karınca yılmamış, olsun demiş, gidebildiğim kadar giderim, yapabildiğim kadar yaparım.

YETER Kİ İYİ OL ve OLDUĞU KADAR YAP yani DENE..

IMG-20160710-WA0343

Rüzgar’a aşık Maya’dan

Mesela onunla aynı evde yaşamak nasıl olurdu çok merak ediyorum. Mesela ben üşümüş eve gelince bana su torbası hazırlar mı ya da bir bardak sıcak çay verir mi? Mesela uyuyup kalmışsam üzerime battaniye örter mi? Mesela bunları ben demeden hissedip yapar mı? Ya da mesela ben koltukta yanında uzanırken bana hafifçe sarılır mı? Ya da evde dolanırken hiç ummadığım anda gözlerinin bana sevgiyle baktığını görmek nasıl olurdu? Bunları çok merak ediyorum. Biz aynı evde nasıl oluruz, tartışırsak veya kavga edersek nasıl barışırız ya da hangi konuda tartışırız veya tartışır mıyız? Mesela o kirli kıyafetlerini nereye koyar, eşyalarını düzgün kaldırır mı? Mutfak alışverişini yapar mı ya da nasıl yapar? Ne yaşarsak yaşayalım ertesi sabah beni yeniden sever mi? Belki bu soruları kendime çevirmeliyim. Mesela o eşyalarını dağınık bıraksa, bazen saatlerce sadece uzanıp yatsa, benle ilgilenmese, benle tartışsa, aksi olsa yine sever miyim onu? Aslında bunlar yaşanırken anlaşılır ve sanırım önemli olan her ne yaşanırsa yaşansın, sevgisini bilmemdir. Birinin yani onun sevgisi nasıl bilinir? Her insan tatsız anlar yaşayabilir ama o ilişkide baskın duygu nedir? Bunu düşünmek gerekir. Sevgisini içimde hissetmeliyim. Bunun içinde aslında sevgiyi önce kendi içimde hissetmem gerekir. Ben seversem sevildiğimi bilebilirim, sevgi benden geçerse onu tanırım. Baskın duygum sevgi ise ondan yansıyan da sevgi olur. Yani netice sevgi varsa aynı evde yaşamak güzel olurdu sanki. Hatta aynı evde eş olarak yaşamak nasıl olurdu? O benim kocam desem mesela, ay çok banal gibi tamam ama severken bunu demek ne hoş olurdu. Bir düşününce hoşuma gitti sanki. Dur biraz daha düşüneyim bunların nasıl duygular olduğunu.

Maya çayını alıp bu düşünceler içinde karşısındaki ormanın ruhunu seyre koyuldu. Düşünürken sürekli gülümsüyordu. Birden aklına onun yemek yapmak kolay iş sözü geldi, oysa kendisi yemek konusunda tecrübesizdi. İyi yapmasam da o sesini çıkarmaz, peki acaba ara sıra oda yemek yapar mıydı? Gülümsemesi iyice yayıldı, sanki yüzü değil tüm hücreleri gülümsüyordu. Sonra yüzünde utangaç bir ifadeyle bu düşündüklerim sıradan gibi biliyorum ama zaten hayatı güzelleştiren bu sıradan şeyler değil mi? Sonrasında bardağını bırakıp, arkasına yaslandı ve bu düşünceler içinde gözlerini kapadı.

MASAL TADINDA BİR GERÇEKLİK hikayesi..

josephine-wall-titania-an