o anlamıyor

Bir şey oldu da o, bir yakınının ziyaretine gelmesine, iki gün için bu kadar yol değmez dedi. Oysa o bilmiyor, bende iki gün için geldiğim halde günlerce tatlı bir telaş içinde oluyorum ve onu görüşüm iki gün bile olsa telaşıma değiyor. Hayat işte ve o bunu anlamıyor 🙂

Atam

Türkiye Cumhuriyeti kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk, 1934 yılında, 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi’nin yıldönümü nedeniyle düzenlenen törende yaptığı konuşmada, Anzak askerlerinin annelerine de hitap etmişti. Bu muhteşem konuşmanın o bölümü şöyledir,

“Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükun içinde uyuyunuz. Sizler, Mehmetçikle yan yana, koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar! Gözyaşlarınızı dindiriniz. Evlatlarınız bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat uyuyacaklardır. Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.”

Atatürk’ün bu hitabına daha sonra bir Anzak annesi tarafından cevap yazıldı “Gelibolu topraklarında yitirdiğimiz evlatlarımızın acısını, alicenap sözleriniz hafifletti. Gözyaşlarımız dindi. Bir ana olarak bana, bir güzelim teselli bahşetti. Yavrularımızın sonsuz uykularında, huzur içinde dinlendiklerinden hiç kuşkumuz kalmadı. Majesteleri kabul buyururlarsa bizler de kendilerine Ata demek istiyoruz. Çünkü yavrularımızın mezarları başında söylediğiniz sözler, ancak bir öz babanın sözleri gibi yüce, ilahi. Evlatlarımızı bir baba gibi kucaklayan büyük Ata’ya tüm analar adına şükran, sevgi, saygıyla.”

Onun bu sözlerini her okuduğumda içim ürperir, zaten insan olan herkesin bu sözlere duyarsız kalması beklenemez. Aslında onu anlamak için, anılarını ve Nutuk’u daha sık okumamız lazım. Onun liderliğinin, devlet adamlığının yanı sıra, insani vasıflarını görmemiz için onu daha yakından tanımamız gerekir. Gönlü geniş insan olmak, düşmanına bile saygıyla bakmak. Onun Çanakkale’de şehit düşen Anzak askerlerinin annelerine yaptığı konuşma tarihte çok büyük bir iz bırakmıştır. Tüm bunları unutmamak ve unutturmamak gerekir. Bir insanın, hepimiz gibi İNSAN olduğunu bilerek, onun gönlünün güzelliklerine, yaptıklarına sevgi ve saygı duymak çok önemlidir. Sevgi saygı güven, biatla aynı şeyler değildir. Biat, kendi iradeni yok sayıp başka birinin iradesine teslim olmaktır, birine kölelik etmektir. Sevgi saygı ise, değerli olanın insani vasıflarını kabul ederek, hakkı hakka vermektir.

Sevgili Atam sana sevgi ve saygıyla rahmet diliyorum ve değerli vasıflarını kendime her zaman örnek alıyorum. İNSAN OLMAK, işte bence senin en büyük vasfın bu ve bende gerçekten tüm emeğimi insan olmak için veriyorum. Her yaratılana saygı duyan, aklı ve kalbini kullanan, vatanını seven, yapması gerekene tüm emeğini veren, hayattan her şeye rağmen keyif almasını bilen, nerede nasıl davranması gerektiğini bilen, ileri görüşlü ama bunu anı yaşayarak yapan insan olmak, bunları senden öğrenmeye çalışıyorum. Her emeğin için sonsuz saygı duyuyorum ve seni seviyorum sevgili Atam.

w25

 

özgün

Şu insanlar ne tuhaf, bizler hayatta hep bir şeyler öğreniriz, BİLGİ yani IŞIK denilen şey. Bilgi Işıktır çünkü. Bu bilgi, işimiz, aldığımız mesleğimiz, ruhsal konular vs her şey olabilir. Her konuda sürekli öğreniriz. Öğrenmenin ilk aşamaları genelde, öğreteni taklitle olur. Bir çocuğun yürüyenlere bakarak yürümeyi öğrenmesi, konuşanı görerek konuşma dağarcığını geliştirmesi gibi. Her öğrenme başta öğretenin taklidi ile olur. Bu doğal olandır ama sonrası önemlidir.

Birinden istediğin bilgiyi aldıktan sonra, başta bazen cümlelerin, tarzın benzer olsa bile, o bilgiyi içine almalısın, gıda gibi. Zamanla içinde o bilgiyi sürekli evirip çevirip sen haline getirmelisin. Sen haline getirmek demek, o öğrendiğin üzerinde düşünmektir. Aldığın ilk bilgi tohumdur ve sen o bilginin yetişeceği toprak olmalısın. Her insanın toprağı farklıdır. Şimdi o bilgi GÜL olsun, o gül bilgisi senin toprağında nasıl büyür, işte bunu ortaya çıkarmalısın.

İşte bu ÖZGÜN olmaktır. Yoksa sadece ezber ve kopya olursun, binlerce insan gibi. Özgün olmak için o bilgi üzerinde düşünmelisin. Her insan tek yaratıldığına göre yani aslımız özgün olduğuna göre, o konu senden nasıl yansır? İşte hayatın beklediği budur. Kopya olunmasını istese bu kadar yaratılmışa ne gerek var? Hayat özgün olmak ister, insan özgün olmak ister.

Mesela en basiti yürümeyi öğrenirsin ve herkesin yürümesi kendine göredir, kimi içe basar kimi dışa, herkes kek yapar ama kendine göre vs.

Ruhsal konularda çeşitli eğitimler, terapiler vardır. İstersen öğrenebilirsin ama aynı ezber cümlelerle söylersen kopya olursun. Başta bu doğaldır çünkü bilgi henüz sen haline gelmedi. Sonrası hala aynı cümlelerle kopya olursan, bunu sana öğreten kurum, ezberlediğin bilgiyle EKOL haline gelebilir. Kurum ekol olur, sen kopya olursun. Oysa kurum değil, sen önemlisin.

Tıpkı bir yemek gibi, elma yemek istedin aldın, onu çiğne, midende parçala,  bağırsaklarda dolaştır, yani sindir. Sindirmek elmanın özü sende, posası dışarıda kalsın demektir. Aynısını öğrendiklerin için yapabilirsin. İstiyorsan al bilgiyi, tıpkı elma gibi, sindir ve sana özü kalsın ve o öz senden, senin özgün pencerenden yansısın. Yaratılışın hepimizi yarattığı gibi, sen kendinden o bilgiyi tekrar yaratabilirsin.

günah, hata, kusur

Şu insanlar ne tuhaf, her şey ya hep ya hiç olsun isteriz. Oysa şunu unuturuz, insan hatasız olmaz. Neden olmaz? Cevabı basit aslında, yaratılışın gereği budur, dünyanın ikilikten yaratılmasından dolayı biz her şeyi zıddıyla görürüz, iyi kötü, kadın erkek, gece gündüz, melek şeytan vs gibi. Bu durumda “Kul kusursuz olmaz”, kusursuz olmaya çalışmak, yaratılışın bir ucunu kabul etmemektir, bunu yapamayız çünkü iki farklı uç dünyayı yapar. Bazen hep iyi olduğumuzu sanırız, sadece kendimizi kandırırız, hatasız olunmaz.

Hata, kusur denen şeyler, dinlerin günah dediği kavramlardır. Her insanın günahı olur, hatasız olan sadece döngü yani bütündür. Bu durumda pürü pak değiliz. Bazen birine kötü davranırız, yaparız işte günah dediğimiz şeyleri. Önemli olan hiç hata yapmamak değil, bunu sonradan anlayıp düzeltmeye çalışmak, af dilemektir çünkü günahsız olmak mümkün değildir. Af kapısı bunun için her zaman açıktır çünkü zaten yapacağımız biliniyor çünkü burası iki uçlu bir gezegen.

Bu arada o af dilemek konusu çok önemli işte, samimi ve dürüst olmak, gerçekten içten gelen bir şekilde yaptığının yanlışını anlamak, yoksa korkudan başıma bir şey gelir diye değil, içten şekilde af dilemek. Her zaman hata yaptığımız insanların yüzüne konuşma imkanımız yoktur, o kişi burada olmayabilir, olsun O kalpleri bilir unutmayalım. Af dilemek, içinde gerçek bir değerlendirmeyi ve bilgiyi öğrenmeyi içerir çünkü düşünmüşüzdür ve kendi yanlışımızı anlamışızdır. İşte bu çok önemlidir, yani davranışlarımızın geri bildirimini yapmak, yani TEFEKKÜR.

Birde kuralcılık yapmasak ne güzel olur, hani içki içmenin, bir insanın hakkını yemekten daha hata olduğunu düşünenler vardır. Yani hata yapacağız el mecbur, en azından makul şeyler olsun, şekilci şeyler değil.

Hani dinlerde şirk koşmak denen şey aslında bunu ifade eder, kul kusursuz olmaz, hata yap çünkü bu öğrenmenin gereğidir, diğeri yani hatasızım demek, kibre bile girer.

Hata kusur günah, ne dersek işte, en azından makul olsun ve gerektiği zaman değerlendirme yapıp özür dileyebilelim, bunu neden yaptığımızı anlayarak, “İnsan kendini bil” sözünü anlayalım. Kendimizi kahretmeyelim yani, acılar içinde, suçluluk içinde kavrulmayalım çünkü bu acı döngüsü çok önemli ve ayrı bir günün konusu olsun. Af, özür samimiyetle olsun, çıkar korkusundan değil, safiyet içinde olsun, bunun içinde kendimizi objektif değerlendirmemiz gerekir, yaptıklarımızı düşünmek yani TEFEKKÜR.

Hiçbir insan ben saf beyazım, temizim diyemez, bu olmaz. Dünya bir oyun sahnesi ise, oyun oynarken herkes kirlenir ama az ama çok ve bu kirlenmeyi nelerle yaptığımız bizim için önemli olandır. İnsanların canını, hakkını, yaşama hakkını gasp etmemek önemli olanlardır. Yinede her kirlilik saf yürekle yapılan değerlendirme ile yapılan af ile bağışlanabilir, bu bize karanlık taraftır, neyin af olacağını bilemeyiz çünkü insanın hatasını anlayan kalbi sadece o görür, o kalbin gerçek pişmanlığını, masumiyetini o bilir, biz işin bu uç noktasında yargı makamı değiliz, yargıyı vicdanlar yapar. İnsanların yaptığı bir suç varsa dünyasal anlamda onun yargısını yapmak ve cezasını vermektir. Vicdanın verdiği cevabı bilemeyiz.

Netice hiç hatasız, biz kelebeğiz, meleğiz, saf ışığız demek saçma olur, bari hatalarımızda vicdanımızın altından kalkabileceği gibi olsun. Gerçi vicdanlar her hesabı adil bir şekilde yapar ve ödemesi gereken hakkı, hak sahibine verir.

İyi olalım ama “iyinin içindeki kötü”yü unutmayalım, onu yok sayamayız çünkü dünyanın yaratılışı bu şekilde, yok sayarsak bir ucu inkar etmiş oluruz. Kötü yanlarımızda olacak bari tatlı olsun, altından kolay kalkabilelim.

images

değer- zaman

O hep derki “İnsanın en kıymetli şeyi zamanı, sana değer verdiğimi, kimseye ayırmadığım zamanı sana ayırmamdan anlayabilirsin.”

O seven için zamanın ayırmakla olmadığını, yetmediğini hiç anlamaz. Sevene zaman ayrılmaz çünkü sevgi tüm zamanı kaplar.

“Sana o kadar zaman ayırıyorum” sözüne o kadar zaman ayırır ki, artık o zamanı daha az kullandığımın farkında bile olmaz.

Bana ayırdığını söylediği zamanın artık her gün daha azını kullandığımı görmez. Daha azını kullanıyorum çünkü onunla daha uzun zamanım olsun diye, o bunu da bilmez.

Bunları söylesem sadece güler çünkü o aşk nedir bilmez. Bilse aşıka hiçbir şeyin yetmeyeceğini anlar ve “sana o kadar zaman ayırıyorum” demez.  Demek ki bunu dediğine göre o aşk nedir bilmez.

Artık benim için onun “sana herkesten çok zaman ayırıyorum” demesi değil, benim ne hissettiğim önemli. Yani tabi ki sevildiğimi biliyorum ve değerli hissediyorum, yinede sevgiye ayrılan ayrı zaman olmaz diyorum. Bence sevgi tüm yaşamı oluşturan zamanların zemininde var. Onun ayrı ayrılmış zamanı olmaz. İşte benim hissettiğim bu. Sevgiye ayrıca zaman ayırmam çünkü artık sevgi benden akan. O duygu hücrelerimde sürekli yaşayan ve benim tüm zamanlarımı oluşturan..