Sen..

Etrafındaki herkes sahip oldukları çeşitli sıfatlarla (anne-baba-eş-sevgili-arkadaş-evlat-amir-komşu vs vs) sürekli bir şeyler söyler. Bu söylenenlerin ne başı ne sonu vardır ve yaşadığın sürece o sahip oldukları sıfatlarla birileri hep konuşacaktır. Bu BİR..

Çevrendeki tüm o sıfat sahiplerinden daha fazla sıkıntılısı, içindeki sürekli konuşan sıfatsız olan, adı neyse, hiç durmayan, dırdırlanan, seni aşağı çekmeye çalışan ama bunu iyiliğin için yapıyor gibi görünen, seni her konuda herkesten kötü bulan çünkü herkesle seni kıyaslayan, değersiz bulan, suçlu hissettiren, sürekli yargılayan o sıfatsız ses. Bu İKİ..

Bu durumda yaşın- başın, işin- işsizliğin, evli- evsiz, kültürlü- kültürsüz sen kimsen, şu anda neredeysen orada önce bir DUR lütfen ve bak o anda duran kendine ve önce bir şefkat duy, o anda ne durumda olursan ol, önce sen şefkat duy kendine. Kimse senden iyi seni bilemez, bunun yolu yok, kimse Kafdağı’nı bir adımla geçemez, bunun imkanı yok, bak masallara, bir sürü çaba, maceradan geçer kahraman ve o istediğine ulaşır, Kafdağı’nın arkasındakine. O zaman belki de sıra sende, sıra sende olsun artık, her ne durumda olursan ol, sıra bu defa sende, hazırsan haydi…?

Hayaline giden yolda seni gayrete getiren sadece içinin merakı, isteği olsun, hani o farkında olmadığını ama hep aradığını söylediğin şey, hani adına hayat amacı diyorlar ya, işte o motivasyonun olsun ve tabi her gün doğan ve batan güneş ve esen rüzgar ve gecenin ayı ve yıldızları ve denizlerin sakin durgunluğu ve bazen de şiddetli fırtınası ve kuşların sesi ve ağacın yeşili ve toprağın serin kucağı, bunlar hep rehberin olsun ve tabi kalbinin hisleri.

Kalp demişken onu sakın hafife alma, bedende her şey bir yana KALP bir yana, kalp yaşam, kalp tüm evrenle uyum, ritim, sistol ve diastol, gel ve git, kalp hepsi ve hiç biri, onu sakın hafife alma! Kalpten gelen şey şüphesizdir, şüphe duyduğun hiçbir şey kalbin sesi olamaz, değildir. Rehberlik gücü sadece kalbe verilmiştir; şüphenin olmadığı tek alan, belki ruhsallıkla bağlantıyı en direkt kuran, onunla teması sürekli olan, o kalp işte. Tabi ki her hücre tek olanın yeriyle temas edebilir ama bazen ve genelde olamaz çünkü her hücrenin, organın şüphe alanları vardır, sadece KALP şüphesizdir, eğer onu temiz bırakırsan, kalp bedenin ve kişinin tarafsız tek rehberi. Sakın onu başka seslerle, hislerle karıştırma! Onun sesini nasıl anlarsın? Aslında hep anladın ama o şüphenin kaynağı olan vasıfsız alan bundan emin olmanı engelledi, tabi bu senin sorumluluğun çünkü eğitmedin hiç zihnini, neyse istersen düzeltebilirsin, eğitirsin, hem her zamanda, her yaşta, her koşulda, sadece kalpten bunu iste, derinden bunu arzula, o zaman oluru olur.

Kalbin sesi; bir histir, sadedir, ses cümle olursa sadedir, kalabalık laf kalabalığı değildir, belki bir veya bir iki kelime veya histir o, şefkatlidir, merhametlidir, adaletlidir (hem kendine hem herkese) zaten herkes mi var ki der o ve haklıdır. Olanı zarar görmez, beynin zarar gördüğünün içindeki hikmeti görür, iyiyi görür, güzellikleri görür, hem hüznü bilir, hem neşeyi. İşte basitçe, sade bir şekilde 🙂 tüm bu söylediklerimden ne anladıysan odur onun sesi.

Gelelim o Kafdağı’na seni yürütecek hayat amacı dediklerine; biliyor musun seni üzmek istemem ama yok öyle bir şey 🙂 öyle büyük büyük amaçlar, hedefler yok aslında ama attığın her adımda şekillenen şeyler var, işte o yüzden adım atmaktan vazgeçme, yani hedefin için bir şeyler yapmaktan. Hayatın amacı aslında sadece gününü iyi yaşamak, sana iyi gelen şeyleri yapmaktır, iyi yaptığın şeyleri yapmaktır, bunun neden böyle olduğunu basitçe sor kalbine, o bilecektir. Aslında adı hayat amacı değil belki ama bizi yürüten, teşvik eden, cesaretlendiren, hepimizde farklı şekillerde olan bir yaradılış amacı vardır, onu bulmak için kendine tarafsız gözlemci olarak bak mesela, yapmayı sevdiklerin, yapınca iyi yaptıkların, emek verdikçe her gün biraz daha iyi oldukların, işte onlar, seni tüm bu yaşam yolunda yürütecek sihirli şeyler, yaparken zevk aldığın şeyler, iyilik hali gibi ve bu zaten senden etrafına da kendiliğinden yayılan şeyler, işte onlar senin varlık sebebin, yani en temelinde bu.

Ve tabi her günün, her anın, her ayın, her yılın farklı amaç ve hedefleri vardır mutlaka, daha günlük hedefler ve bunlar hep aslında, senin yaradılışınla getirdiğin vasfını, yani fıtratını ortaya çıkarma yolunda yaptıklarındır. Bilmiyorum ki sen nesin, neyde daha iyi hissedersin veya verimlisin veya keyif alır ve verirsin, neyi yaparken sen böylesin, yani iylik halinde? Bu öyle bir haldir ki onu yaparken veya o alandayken senin içine dolan iyilik, rabbiye veya nur veya ışık, adı her neyse, o senden zaten o şeyi yaparken yansır, insanlar bunu hisseder ve tabi her şey senden bu yansıyanı hisseder hiç merak etme, zaten şüphesiz alan bu, orada neyi merak edeceksin ki? Güvenli iyilik hali o.

İşte tüm bunları yaptığın sürece ve yaradılış fıtratın üzerinde yürümeyi öğrendikçe, sadece sen olacaksın ve bağlantıda olacaksın tek olan yerle. Nasıl, ne şekilde diyerek hiç zorlaştırma, basitçe iyi hissettiğin ve iyi yaptığın şeylerde ol ömrünce, keyifle..

Screenshot_2020-02-26-20-29-24

Ben ve O (Bırakılan)..

Ben: Hani derler ya “bıçak kemiğe dayanınca”, insan neden daha önce değil de neler yaptığını, huyunu suyunu o zaman düşünür?

O: Herkes o zaman da düşünmez, dibin en dibine daldığında bile, neyse bunu sonra anlatırım.

Şimdi; insan sıkıştığı anda elindeki her şeyi verip o musibetten kurtulmak ister. Özellikle o musibet bir hastalıksa, elindeki maddi her şeyi feda edip ondan kurtulmak ister. O aşamaya gelmeden önce kendindeki musibetleri, fesatlıkları, kini, kibri vs vs görmeyi redderek devam eder. Belki görüp o kendinde olan musibetleri feda etse, yani bırakabilse, değiştirebilse, işte o zaman aydınlanacak yüzü de kalbi de, işte o zaman onun elini hissedecek her zaman üzerinde.

Musibetlerinizi fark edin, bu doğaldır, herkeste var az veya çok ve bunun kendinizde olunca doğal ve iyi olmadığını anlayıp, o duyguyu hissi davranışı bırakın, feda edin, gayret ve irade gösterin, af dileyin, samimiyetle değişmek isteyin, işte o zaman olacaktır.

Unutmayın sadece maddi şeyler, insan, mekan, yer, para, eşya bırakılan değildir, davranışlar huylar hisler de bırakılabilir, yeri gelip kalp ona bağlanınca. Yani o bağlanmayı ruha, gerçek anlamda kalp arayınca. O zaman yolunu uzatma, şimdi elinden geldiğince bağlan ona.

Ben: Evet..

O: Gelelim bıçak kemiğe dayanıncaya, o son anda bile direnenler, kendini hep kusursuz görenler, yani kibirle boğulmuş olanlar, o kibir o kadar kaplamıştır ki bedenlerini ve dahi zihinlerini, ruhu göremezler. Her şeyi kendine yormak, her güzelliği kendin yaptığını sanmak, yapanın sadece sen olduğunu sanıp, hep dışarıyı suçlamak, haklı haksız hesabı yapmak, suçlu mağdur diye ayırmak, işte bu kibre saplanmak. Onlar kendilerinin de her şey gibi sadece bir aracı, bir alet olduğunu unutmuş olanlar.

Netice övünecek bir şey yok, dertlenecek bir şey olmadığı gibi. Bir şeyler yaparsın ya da yapmazsın, yapmamak da yapmaktır aslında ve etkiye tepki olur bir şeyler ve oluşan dirençten doğar yaşam.

Yani etrafı gördüğünü sandığın gibi, asıl kendini gör ama zerafetle, değiştir dönüştür hamurunu ama gerçekten iste, işte o zaman girer devreye irade. Konu ne olursa olsun dönüştürmeyi kalpten iste ve iradeyle. O zaman yapabildiğin kadarını yaparsın bu alemde ve bıçak kemiğe dayanmadan çabala.

Ben: Sağol..

 

Bazı insanlar, okyanus, kap..

Bazı insanlar ne kurnaz ve bazı insanlar ne tuhaf.

Bu devirde o kadar çok insan arayış içinde ki, ne olduğunu kim olduğunu, neden bu dünyada olduğunu, nasıl daha iyi olabileceğini anlamak isteyen insanlarla dolu dünya ama bir o kadar da hazır hap bilgi ile her şeyi istediği gibi yapabileceğini düşünen insanlar var. Oysa öyle bir dünya yok, emeksiz yemek yok, sen eti patatesi soğanı tezgaha koydun diye emek harcamadan olan bir yemek yok, yani ritüeller yaptın, bazı cümleleri tekrarladın diye dünyan değişmez. Bazıları bunlarla değiştiğini sanır çünkü uyanıklık uykusundadır.

Mevlana’nın bir sözü var: “Okyanus ne kadar büyük olursa olsun, insan yalnızca kabı kadar su alabilir.”

Durum budur.

Yani üç nefes al, gözlerini kapat, başarıyı bolluğu sağlığı iste, gözlerini açınca çoktan oldu, hatta üç kez oldu oldu oldu de, böyle bir şey yok ama buna inanan insanlar var ya da inanmayı tercih edip aklını kullanmayanlar çünkü bazı insanların aklı öylesine var. Bunu söyleyenler bu işin ticaretini yapıyor, aklını kullanmamayı tercih edenler de yüzünde gülümsemeyle oldu oldu diyor, bilimden uzak, kavramlardan uzak, bilgiden uzak sahteciler gibi. Ama bunlara uyanlara saf insanlar demiyorum, onlar atalet içinde, hazır hapçı, bir şeyi yapmadan emeksiz, sadece verdikleri kurs parasıyla her şeyin olacağını kabul edenler, aklını kullanmayanlar.

Böyle hap bilgi verdiğini söyleyenlere de parasına güvenip bilgiyi paraya sığdırıp alacağına inananlara da kızmıyorum çünkü aralarında anahtar kilit ilişkisi var.

Doğrusu herhangi bir konuda, bilgide, söylenenin bilimsel alt yapısını veya henüz bilimsel olarak çözülmemiş şeylerin ezoterik kaynağını sorgulayıp, içinize sinerse, inanırsanız yol alın veya nasıl istiyorsanız öyle yapın.

Gelelim Mevlana’nın sözüne, bilgi her yerde var, sonsuz evrende yaradılışın bilgisi her an akıyor ve her yerde ama onun her yerde olması bizim görebildiğimiz, anlayabildiğimiz anlamına gelmiyor. Bilgi, yaradılışın aklı, bize hem bağlı hem bizden ayrı var, o zaten var ve bizler ancak zihnimizin, aklımızın açıklığı oranında onu anlayabiliriz. Tıpkı elimizde küçük bir kapla okyanustan su almak gibi, bardakla suyu alıyorsan onun sınırı bardak kadardır, yani her aklın bir sınırı var ama genişletilebilir.

Bu zihin kabı katı maddeden değil, onu akılcı bilgiyle, düşünerek, bilimle, tefekkürle genişletebiliriz ve daha çoğunu alabiliriz ama günü gelince bırakmak şartıyla çünkü bardağına, kabına doldurduğun suyu içmezsen, kullanmazsan bardağı tekrar dolduramazsın. Alacaksın ama boşaltacaksın da, evrenin kuralı böyle.

Yani aldığın da değişmez ve sabit değil, vakti gelince o aldığın bilgiyi de boşaltmayı yok saymayı bilmelisin, tıpkı tuğla gibi. Orada tuğla duruyor, aldın onu, inceledin, sert, pürüzsüz, pürüzlü vs dedin, işledin, yonttun, düzelttin, şekil verdin ve diyelim ki bir duvarın örülmesinde kullandın. O artık tuğla değil, duvar oldu, bilgisi değişti. Bilgi alıp saklamak için değil, onu kabımız yani zihnimiz ölçüsünde alıp, onunla bir şey yapıp, bırakırız, yani böyle olmalı ki bir anlamı olsun, kaplar genişlesin çünkü o kaplar katı değil, sabit değil.

Kaplar nasıl genişler? Dedim aslında bilimle, tefekkürle, düşünmekle genişler.

Yani bazı ezber cümleleri söyleyip, hiç kafa yormayıp “oldu oldu oldu” diyerek genişlemez, o sadece kendini kandırmak olur, emeksiz yemeğin hayalini kurmak olur, sahte olur.

Emeğin her zaman bir karşılığı olur, belki o karşılık beklemediğiniz yerden gelir ama gelir.

Ezberlenmiş ve tekrar edilen cümleler, olumlamalarla belki günlük stres üreten bedenin beynini biraz rahatlatırsınız, tekrarlar beyni rahatlatır ama konuları çözmez. Konular, sorunlar sürekli açılan iç içe geçmiş kapılar gibidir, birinden geçersin kapının “hah tamam oldu” dersin, rahatlarsın bir süre ama tekrar yeni bir sorunla yeni bir kapının olduğunu anlarsın, iç içedir, yani sonsuz.

Sonsuz olanda neden bir şeyler sayıyla olsun, sonlu olsun bir düşünün, olmaz ama kabımız kadarını anladığımız için sonlu sanırız. Tıpkı Allah’ın 99 ismi deyip bununla insanları toplayan kişiler gibi, sonsuz olan neden sonlu sıfatlarla, sayılarda olsun? Olmaz. Sen sadece kendini kandırırsın, kabın kadar anlarsın.

Netice hiçbir şeye saplanma, bilgiye bile, her şey değişir, dönüşür, alırsın, değerlendirir veya değerlendiremezsin ve bırakırsın veya hiç alamazsın. Her şey aklının, zihninin, kalbinin açıklığı kadardır.

Okyanustan kabın kadarını alırsın, ötesi yok, hiç olmadı.

Kalp..

İnsan bedeninde 3 önemli ana merkez vardır:

1-Baş yani akıl

2-Kalp

3-Cinsel bölge

Kalp; bedeni fiziken ruhen ortalayandır, ara geçiş merkezidir, vicdanın yeridir, ruhun evidir. (Uygur tıbbına göre)

Cinsel bölge; arzuları, hayatta kalmayı, yaşamın devamlılığını sağlar.

Akıl; olmazsa olmazdır, toplum içinde yaşamamızı sağlar, çözüm bulur, uyumu, gelişimi sağlar.

Kalp aptallık değildir, o maddeyi ve manayı, ruhu ve bedeni dengeler. O olmadan insan bir hiçtir, yaşam anlamsızdır, insan boşlukta gibidir.

O yüzden kalbi hisset ve oradan hissedişi genişlet. Yani her şeye zaman zaman da olsa oradan bakabilmeyi dene, o zaman anlarsın her şeyin birliğini, kalp birliğin yeridir, ayırmaz çıkarmaz bölmez, o her şeyi toplar, dahil eder ve birler, tıpkı ruhun birliği gibi. Hem unutma kalp ruhun evi, onun yeri, sadece ordayken yaşarsın vuslatın dediğini.

20180930_173558.jpg

Fotograf yine benden 🙂

Kendim…

Gönlüm hep ona doğru esen deli bir rüzgar. Ama artık sevginin içinde olgunluk tohumları var. Çünkü aklım devreye girebiliyor.

Aklım diyor ki; “havadan nem kapma, bir dur! Tam tersine engellerden kendine fırsat oluştur.”

Aklım bu ara çok akıllı 🙂

“Uzaklıkları, kendini anlamak için değerlendir. Gücünü gör, güzelliğini, tamlığını gör. Her şeyi unut ama kendini unutma. Önce kendinle iyi ol.”

Bunları diyor aklım ve artık olgunlaşmaya başlayan kalbim az da olsa bunu anlıyor. Bu durumda: Selam kendim, bugün nasılım? 🙂 🙂

Kalbe düşmek.

Kalbe düşmek derler ya, doğrudur. Gerçekten kalbe düşülür.

Yani dünyasal olarak bakınca durum böyledir; kalbe düşülür. 🙂

Neden?

Çünkü anatomik olarak akıl yukarıda, kalp aşağıdadır.

Yani “kalbe fiziksel olarak düşülür.” 🙂

Kalbin ve aklın dünyaları bambaşkadır.

İkisinde de başka güzellikler görülür.

Ama kalbin dünyasına giren; anlatılmaz yaşanır olanı görür. Yani sihir.

Anlatılmaz yaşanır olanın içinde bazen acı bazen sevinç vardır.

O acı zamanla “hüzne” ve “neşe”ye dönüşür ve sihir başlar.

Acının dönüşmesi için sabır gerekir.

Ve sabır, yaşananın sihrini gösterir.

Çünkü;

Akılda olmak güzeldir ama kalpte olmak tarifsizdir.

Akılda olmak risksiz, kalp risklidir.

Kalbin sevdiği seni sever veya sevmez, bilinmezdir.

Netice; akıl ve kalpte yani ikisinde de gerektiğinde olmayı bilen, bilgedir.