Kalbe düşmek.

Kalbe düşmek derler ya, doğrudur. Gerçekten kalbe düşülür.

Yani dünyasal olarak bakınca durum böyledir; kalbe düşülür. 🙂

Neden?

Çünkü anatomik olarak akıl yukarıda, kalp aşağıdadır.

Yani “kalbe fiziksel olarak düşülür.” 🙂

Kalbin ve aklın dünyaları bambaşkadır.

İkisinde de başka güzellikler görülür.

Ama kalbin dünyasına giren; anlatılmaz yaşanır olanı görür. Yani sihir.

Anlatılmaz yaşanır olanın içinde bazen acı bazen sevinç vardır.

O acı zamanla “hüzne” ve “neşe”ye dönüşür ve sihir başlar.

Acının dönüşmesi için sabır gerekir.

Ve sabır, yaşananın sihrini gösterir.

Çünkü;

Akılda olmak güzeldir ama kalpte olmak tarifsizdir.

Akılda olmak risksiz, kalp risklidir.

Kalbin sevdiği seni sever veya sevmez, bilinmezdir.

Netice; akıl ve kalpte yani ikisinde de gerektiğinde olmayı bilen, bilgedir.

 

 

Bir- İki- Üç…

İşe sadece şunu anlamakla başlayın; bir yaratıcı varsa veya inandığınız bir şey; o neden sizin mutsuz olmanızı istesin?

Mesela bir anne veya baba, çocuğunu mutsuz etmek ister mi?

Buradan devamla; ‘dünyada mutsuzluk, acı daha fazla’ diyorsanız, ki görünüşte doğrudur ama bu yaratılışı hiçe saydığımızdan olabilir mi? Bir düşünün..

Hani kadimler, bilgeler hep derler ya, “dünyada rahmani işler, şeytani işler var” diye. Konuyu buradan anla.

Bu arada bu kadim bilgiler der ki, ” dünyanın yasası ikilik- dualite” yani sistem ister istemez böyle (iyi- kötü, dert- derman, acı- keyif vs vs).

Yani dünyada rahmani veya şeytani işler var. Bunun adına pozitif- negatif, iyi- kötü de diyebilirsiniz, siz bilirsiniz. Her koşulda öncelikle, sistemin böyle işlediğini anlamamız gerekli, bu BİR.

Yine buradan devamla, dünyada hayatın devamlılığı döngüsel sistemle mümkündür. Mevsimler döner durur, insan gençken yaşlı olur, durumu iyi iken kötü olur, kötüyken iyi olur, severken nefret eder, nefretten sevgi çıkabilir  vs vs. Yani yaşamının sürmesi, bu döngüsel sistemin ürettiği enerji ile mümkün olur. Çünkü döngüdeki zıtlıklar, yaşamın devamını sağlayan enerjiyi üretir. Sürekli bir çekişme olmasa, her şey rehavet içinde olur, yani her şey döngüsel, bu İKİ.

Bu durumda hep mükemmel iyilikte olamayacağını anla çünkü her şey döner değişir. Mükemmel evlilik, mükemmel insan, mükemmel sağlık, dostluk, sevgi, iş, başarı vs vs, şu andaki dünya düzeninde olamaz, bu ÜÇ.

Hep bezgin, mutsuz, dertli olamayacağın gibi, hep mutlu da olamazsın, ama…

Mutsuzluğun yerine inancından gelen bir güveni- imanı koyabilirsin. En başta dediğim konu, bir anne baba nasıl çocuğunun mutsuz olmasını istemezse, yaratıcıda daima bizim iyi olmamızı ister ve bunu oluşturmayı bize bırakır, yasa böyle. Yani bu durumda bir İYİ HİSSETME HALİ var ve bu alt zeminde tutulabilir.

İnsan arada diğer tarafa kaysa da ki bu doğal, istiyorsa yine toparlamalı çünkü bu gücü var. Yani İRADE. İnsana verilen irade kullandıkça güçlenir, başta bazı şeyler zor gibi gelse de zamanla kendiliğindendir.

Diğer tarafa çok kayıyorsan şuna dikkat et; ağır kısmımıza, bedenselliğe, şeytani yana, negatifliğe fazla kapılıyor olabilir misin, sadece o yana mı yaslanıyorsun, dayanağın- meylin o mu, gücünü oraya mı veriyorsun? (Dikkat et, gücü olan sensin aslında, ona gücünü veriyor, sonra da ona dayanıyorsun). Eğer bunu istiyorsan devam ama istemiyorsan; dur ve düşün, neye hizmet ediyorsun, neden?

Bunu anladığında ve eğer her gün biraz daha iyi olmayı istiyorsan, her an iraden ve inancınla toparla.

Daha iyi olmak için bunu istemen gerekli.

Ve iyiliği gün içinde hep sabit bir değerde sanma, belli bir titreşim aralığında kal, gün içinde iyilik anları yaratmaya başlamanın yeterli olduğunu unutma.

Kolaylıkla, hoşnutlukla..

İnsan olmanın getirdiği neşeli bir hüzünle ❤

1-2-3

haddini bilmek

Bazı insanlarda şöyle bir şey var, bunu duyunca o kişilerin insan olduklarını unuttuklarını düşünüyorum. Çok şaşırıyorum ama ruhsal konularla ilgilenen camia bunu daha çok yapıyor.

Bu tipler mesele derler ki o bilge veya ermiş olsa, gerçekten aydınlanmış kişi olsa, kendi şunu yapmaz, bunu yapmaz. Eee ne yapmış bu kişi? Sigara içmiş, kendinden küçük birini sevmiş, evliliğini yürütememiş, alkol almış vs vs. Yani o kişinin fikirleri , iyi vasıfları değil, yaşamlarında açık aramalar, üstelik bu açık buldukları şey, o kişinin insani özelliklerini azaltmayan kişisel farklılıklar. Oysa başkasına zarar vermiyorsa, iyi insan olmasını engellemiyorsa özel hayatından bana ne, sana ne, kime ne? Bu tür konularda açık arayanlar aslında yarı tanrıcılık oynayanlar, onlardan uzak durmak gerektiğini düşünüyorum. Bu tür insanlar kendilerini her yönden mükemmel göstermek isterler ama yalandır çünkü dünyada kimse mükemmel değildir ve zaten mükemmel ne demektir?

Dünyada yaşarken kimse tam, bütün, mükemmel olamaz, olmaz öyle şey. Yapabiliyorsak marifet bir insanı her şeyiyle görüp, beğendiğimiz yönlerine odaklanmaktır. Yoksa en sevdiğimiz kişilerde ne aymaz yönler vardır, bize hiç uymaz, hiç benzemez ama severiz onları çünkü iyidirler. Mesele hatalar ve kusurlarla birlikte insan olmak, vicdanlı olman gereken yerde vicdanlı, merhametli olmak, bilerek hiçbir canlıya zarar vermemek.

Dünya bedenli yaşanan, vicdan ve nefsin çekiştiği bir alandır ve insan bazen yanılabilir, hatalar yapabilir ve yapar zaten, kesin yani çünkü dünyanın yapısı böyle. Her kim olursa olsun, ermiş, üstad, peygamber, büyük önderler kim olursa olsun, öğretileri, ürettikleri eserleri önemlidir. Bu dünyaya katkıları önemlidir. O kişilerin insani detayları her türlü olabilir.

Ermiş, Tanrının sevdiği insandır ama sigara içiyor olabilir, saçma davranışları olabilir.

Birde vay efendim madem üstad, ermiş insan niye şeker hastası, niye kanser olmuş falan diyenler vardır. Bunu söyleyenler, ermiş bile olsa en başta hepimizin insan olduğunu unuturlar. Hepimiz önce insanız ve sonra bir şeyleriz. İnsan hatası kusuruyla insandır. İnsan bedeni entropiye uğrar ve bir gün biyolojik beden makinesi kendini kapatır, bunun içinde çeşitli hastalıklar, olaylar bahane olur. Peygamberler, ermişler şeker hastası olamaz mı, illa şeker hastalığı sevgiyi alıp verememek diye takmak mı gerek ezber bilgilere.

Aslında duyguların sağlığımızla çok ilgili olduğu bir gerçek, 5000 yıllık Uygur Tıbbı bunu söyler ama netice olarak vakit geldiğinde her şey bir şeye bahanedir.

Atatürk yüzyılın en büyük lideridir ama insandır ve peygamberler içinde aynısı geçerli. Hangisi olursa olsun yüksek, övülecek vasıflarının yanında insandırlar. Bu durumda insanların kendilerinden dünyaya yaptıkları katkılara, iyi huylarına bakalım, onların gündelik hayat içindeki sigarası, içkisi, hastalığı hep bahanelerdir. Hem unutmayalım ölüm herkes için bir bahane ile gelir, ermiş de olsa kanser olabilir, şekeri çıkabilir, kalp hastası olabilir. Çünkü dünya yaşamı bahanelerle, nedenlerle devam eder.

Biz insanız, tanrıcılık oynamıyoruz. Sistemin aslı başka, insan başka, önce samimi olup, insan olalım, kul olalım. Tanrıcılık oynamaya gerek yok. İnsan olabilirsek, vicdandan hareket edebilirsek en büyük mutluluk budur.

Bu arada ben bir Yeşilaycı olarak hayatımda bu kapılardan hiç geçmedim ama eksikli gedikli bir insanım. Sevdiklerimden ve sevenlerimden tek beklentim iyi yanlarımı görüp onu çoğaltmaları çünkü bende öyle yaparım.

Bence dışarıda sihir falan yoktur, sihir insanın kendisidir. Yumurta ve spermden yani iki tek hücreden gelişen tek bir zigottan büyüyen insan en büyük sihirdir. Hayat buradadır. Bilmediğimiz şeyler için, yaşadığımız hayatı es geçmeyelim.

Aslında bu yazıyı bir nefes terapistinin Osho için yazdığı, kendi bazı terapistlerinin onun grubundan ayrılıp Osho çalışmaları yapan bir gruba katılması üzerine, onlara Osho ile ilgili bildiği her şeyi söylemediğini, Osho’nun özel hayatıyla ilgili bildiği kendince kusurlarını döktüğü bir yazıyı görünce yazmak istedim. Yazıda diyor ki Osho şeker hastasıymış, şuymuş buymuş. Bunları bir kusur olarak görüyorsanız onun yöntemlerini niye kullanırsınız? Herkes hataları ve kusurlarıyla insandır. Osho bir felsefeciydi, tüm dinler hakkında bilgi sahibi, soranlarla bilgisini paylaşan, aydınlandığı söylenen bir İNSAN’dı. Yani Osho insandı, yaşadı ve öldü. Önemli olan fikirleri ve ürettikleridir ve onun fikirlerinden isteyenin ezber yapmadan kendine kattıklarıdır. Gerisi, yani körü körüne biat, kime yapılırsa yapılsın zaten köleliktir. Değer verdiğimiz, bizden önde olduğunu düşündüğümüz insanları örnek alıp, değer vermek ve her durumda kendin olmak. O bilgileri kendimizden geçirip, düşünmek, değerlendirmek ama şunu unutmamak..

Bu dünyada yaşarken peygamberde olsa, önce Bedenli İnsanız.

Tanrıcılık yapmaktan tatmin olanlar var ama biz bedenliyiz ve beden geçici, sadece dünyada yarattıklarımız, güzel ahlak ve bilgi kalıcı.

Önce İNSAN olmaya çalışmak, bir fikir üretmek, yaratıma destek olmak. İnsanların, insani tavır, tarzları eğer başka canlılara zarar vermiyorsa bundan bize ne? Üstelik yakınında yaşamadığımız insanlarla ilgili anlatılanları tam bilemeyiz.

Netice, özel yaşamdaki insani vasıflar, güzel huy, ahlak çok önemli ama bununla birlikte üretilenler, fikirler, emekte çok önemli. Yapılan tüm güzelliklere saygı duymak dileğimle.

osho