Bence şu anki toplumun en büyük sorunlarından biri, gördükleri ya da duyduklarını hiç sorgulamadan kabul etmek, sanki kafasız zombiler gibi, aklını kullanmamak. Maalesef bu son 20-30 yıldır normalleştirildi, ‘sorgulama, kafanı yorma’ zihniyet bu.
Bunu neden dediğime gelirsek, son günlerde yine çocuklarla ilgili aklın, kalbin almayacağı vicdansız olaylar yaşandı, hepimiz duyduk, üzüntü içinde adaletin yerini bulmasını bekliyoruz. Kızdığım şey ise şu, bazı kesimler, bazı insanlar diyor ki; “O övdüğünüz Anadolu halkı bu, Anadolu’da yüzlerce yıldır kadına çocuğa ne şiddetler yapılıyor, yaşanıyor ve bastırılıyor.” Bu tür şeyler işte, tam hatırlamıyorum cümlelerini ama ana tema bu.
Gelelim işin gerçeğine, kesinlikle gerçek Anadolu halkı, Atatürk’ün sevdiği halk böyle bir toplum değil, hiç olmadı. Babama, anneme, aile büyüklerine soruyorum, ‘Siz hiç çocukluğunuzda böyle şeyler duydunuz mu, sizin köyde böyle şeyler oldu mu?’
Annem diyor ki, ‘Yok duymadık, onca yılda bir olay olmuştu, ona da zaten halk kendi içinde gereken cezayı vermişti’ vs. Yani bu tür sapıklıklar, küçük düşürücü suçlar, özellikle kadına, çocuğa yönelik suçlar, gerçek Anadolu halkının genlerinde yoktur, istisnalar, bozuk genler her zaman olur ama bu halkın rutini değildir, hiç olmamıştır. Hatta ben Anadolu halkını, Tolkien’in Yüzüklerin efendisi romanındaki hobitlere benzetirim, yani çok akıl yoluyla düşünmez, daha çok kalbi bir saflığı vardır. Nitekim şu an hala gerçek Anadolu insanı, Anadolu köylüsünün gözlerinde o saflık vardır.
Yani Anadolu insanı, Türk halkı, Atatürk’ün çocukları özü iyi, kalbi temiz insanlardır, bazı istisnalar her zaman vardır, bunu genelleyemeyiz. Sapıklık, çocuklara, kadınlara kötülük saf halkın yapısında yoktur, bu şeyler bozulmuş, topluma karıştırılmış farklı yapılardaki topluluklardan ve günümüz dünyasının insanlığı bozmaya çalışan yapısındandır. Yani zaten bir Atatürk çocuğu nasıl olur da hiç düşünmeden, ‘Anadolu insanı kadına çocuğa hep böyle kötüydü’ der veya diyen birilerini onaylar, aklım almıyor. Bunda mutlaka bir sinsilik, kötülük vardır, sakın sorgulamadan kabul etmeyin, onaylamayın, paylaşmayın.
Son söz, Anadolu insanı, kadını, erkeği, çocuğu saftır, temizdir, ahlaklıdır, buna tüm kalbimle inanıyorum. Tabi bozuk dünyanın her şeyi olduğu gibi Anadolu’yu da bozmaya çalıştığını biliyorum, bozulanlar var ama gerçek Türk insanı, Anadolu insanı temizdir, iyidir, adaletlidir. Buna inanıyorum.
akıl
Bazı insanlar, okyanus, kap..
Bazı insanlar ne kurnaz ve bazı insanlar ne tuhaf.
Bu devirde o kadar çok insan arayış içinde ki, ne olduğunu kim olduğunu, neden bu dünyada olduğunu, nasıl daha iyi olabileceğini anlamak isteyen insanlarla dolu dünya ama bir o kadar da hazır hap bilgi ile her şeyi istediği gibi yapabileceğini düşünen insanlar var. Oysa öyle bir dünya yok, emeksiz yemek yok, sen eti patatesi soğanı tezgaha koydun diye emek harcamadan olan bir yemek yok, yani ritüeller yaptın, bazı cümleleri tekrarladın diye dünyan değişmez. Bazıları bunlarla değiştiğini sanır çünkü uyanıklık uykusundadır.
Mevlana’nın bir sözü var: “Okyanus ne kadar büyük olursa olsun, insan yalnızca kabı kadar su alabilir.”
Durum budur.
Yani üç nefes al, gözlerini kapat, başarıyı bolluğu sağlığı iste, gözlerini açınca çoktan oldu, hatta üç kez oldu oldu oldu de, böyle bir şey yok ama buna inanan insanlar var ya da inanmayı tercih edip aklını kullanmayanlar çünkü bazı insanların aklı öylesine var. Bunu söyleyenler bu işin ticaretini yapıyor, aklını kullanmamayı tercih edenler de yüzünde gülümsemeyle oldu oldu diyor, bilimden uzak, kavramlardan uzak, bilgiden uzak sahteciler gibi. Ama bunlara uyanlara saf insanlar demiyorum, onlar atalet içinde, hazır hapçı, bir şeyi yapmadan emeksiz, sadece verdikleri kurs parasıyla her şeyin olacağını kabul edenler, aklını kullanmayanlar.
Böyle hap bilgi verdiğini söyleyenlere de parasına güvenip bilgiyi paraya sığdırıp alacağına inananlara da kızmıyorum çünkü aralarında anahtar kilit ilişkisi var.
Doğrusu herhangi bir konuda, bilgide, söylenenin bilimsel alt yapısını veya henüz bilimsel olarak çözülmemiş şeylerin ezoterik kaynağını sorgulayıp, içinize sinerse, inanırsanız yol alın veya nasıl istiyorsanız öyle yapın.
Gelelim Mevlana’nın sözüne, bilgi her yerde var, sonsuz evrende yaradılışın bilgisi her an akıyor ve her yerde ama onun her yerde olması bizim görebildiğimiz, anlayabildiğimiz anlamına gelmiyor. Bilgi, yaradılışın aklı, bize hem bağlı hem bizden ayrı var, o zaten var ve bizler ancak zihnimizin, aklımızın açıklığı oranında onu anlayabiliriz. Tıpkı elimizde küçük bir kapla okyanustan su almak gibi, bardakla suyu alıyorsan onun sınırı bardak kadardır, yani her aklın bir sınırı var ama genişletilebilir.
Bu zihin kabı katı maddeden değil, onu akılcı bilgiyle, düşünerek, bilimle, tefekkürle genişletebiliriz ve daha çoğunu alabiliriz ama günü gelince bırakmak şartıyla çünkü bardağına, kabına doldurduğun suyu içmezsen, kullanmazsan bardağı tekrar dolduramazsın. Alacaksın ama boşaltacaksın da, evrenin kuralı böyle.
Yani aldığın da değişmez ve sabit değil, vakti gelince o aldığın bilgiyi de boşaltmayı yok saymayı bilmelisin, tıpkı tuğla gibi. Orada tuğla duruyor, aldın onu, inceledin, sert, pürüzsüz, pürüzlü vs dedin, işledin, yonttun, düzelttin, şekil verdin ve diyelim ki bir duvarın örülmesinde kullandın. O artık tuğla değil, duvar oldu, bilgisi değişti. Bilgi alıp saklamak için değil, onu kabımız yani zihnimiz ölçüsünde alıp, onunla bir şey yapıp, bırakırız, yani böyle olmalı ki bir anlamı olsun, kaplar genişlesin çünkü o kaplar katı değil, sabit değil.
Kaplar nasıl genişler? Dedim aslında bilimle, tefekkürle, düşünmekle genişler.
Yani bazı ezber cümleleri söyleyip, hiç kafa yormayıp “oldu oldu oldu” diyerek genişlemez, o sadece kendini kandırmak olur, emeksiz yemeğin hayalini kurmak olur, sahte olur.
Emeğin her zaman bir karşılığı olur, belki o karşılık beklemediğiniz yerden gelir ama gelir.
Ezberlenmiş ve tekrar edilen cümleler, olumlamalarla belki günlük stres üreten bedenin beynini biraz rahatlatırsınız, tekrarlar beyni rahatlatır ama konuları çözmez. Konular, sorunlar sürekli açılan iç içe geçmiş kapılar gibidir, birinden geçersin kapının “hah tamam oldu” dersin, rahatlarsın bir süre ama tekrar yeni bir sorunla yeni bir kapının olduğunu anlarsın, iç içedir, yani sonsuz.
Sonsuz olanda neden bir şeyler sayıyla olsun, sonlu olsun bir düşünün, olmaz ama kabımız kadarını anladığımız için sonlu sanırız. Tıpkı Allah’ın 99 ismi deyip bununla insanları toplayan kişiler gibi, sonsuz olan neden sonlu sıfatlarla, sayılarda olsun? Olmaz. Sen sadece kendini kandırırsın, kabın kadar anlarsın.
Netice hiçbir şeye saplanma, bilgiye bile, her şey değişir, dönüşür, alırsın, değerlendirir veya değerlendiremezsin ve bırakırsın veya hiç alamazsın. Her şey aklının, zihninin, kalbinin açıklığı kadardır.
Okyanustan kabın kadarını alırsın, ötesi yok, hiç olmadı.

Kalp..
İnsan bedeninde 3 önemli ana merkez vardır:
1-Baş yani akıl
2-Kalp
3-Cinsel bölge
Kalp; bedeni fiziken ruhen ortalayandır, ara geçiş merkezidir, vicdanın yeridir, ruhun evidir. (Uygur tıbbına göre)
Cinsel bölge; arzuları, hayatta kalmayı, yaşamın devamlılığını sağlar.
Akıl; olmazsa olmazdır, toplum içinde yaşamamızı sağlar, çözüm bulur, uyumu, gelişimi sağlar.
Kalp aptallık değildir, o maddeyi ve manayı, ruhu ve bedeni dengeler. O olmadan insan bir hiçtir, yaşam anlamsızdır, insan boşlukta gibidir.
O yüzden kalbi hisset ve oradan hissedişi genişlet. Yani her şeye zaman zaman da olsa oradan bakabilmeyi dene, o zaman anlarsın her şeyin birliğini, kalp birliğin yeridir, ayırmaz çıkarmaz bölmez, o her şeyi toplar, dahil eder ve birler, tıpkı ruhun birliği gibi. Hem unutma kalp ruhun evi, onun yeri, sadece ordayken yaşarsın vuslatın dediğini.

Fotograf yine benden 🙂
Kendim…
Gönlüm hep ona doğru esen deli bir rüzgar. Ama artık sevginin içinde olgunluk tohumları var. Çünkü aklım devreye girebiliyor.
Aklım diyor ki; “havadan nem kapma, bir dur! Tam tersine engellerden kendine fırsat oluştur.”
Aklım bu ara çok akıllı 🙂
“Uzaklıkları, kendini anlamak için değerlendir. Gücünü gör, güzelliğini, tamlığını gör. Her şeyi unut ama kendini unutma. Önce kendinle iyi ol.”
Bunları diyor aklım ve artık olgunlaşmaya başlayan kalbim az da olsa bunu anlıyor. Bu durumda: Selam kendim, bugün nasılım? 🙂 🙂
Kalbe düşmek.
Kalbe düşmek derler ya, doğrudur. Gerçekten kalbe düşülür.
Yani dünyasal olarak bakınca durum böyledir; kalbe düşülür. 🙂
Neden?
Çünkü anatomik olarak akıl yukarıda, kalp aşağıdadır.
Yani “kalbe fiziksel olarak düşülür.” 🙂
Kalbin ve aklın dünyaları bambaşkadır.
İkisinde de başka güzellikler görülür.
Ama kalbin dünyasına giren; anlatılmaz yaşanır olanı görür. Yani sihir.
Anlatılmaz yaşanır olanın içinde bazen acı bazen sevinç vardır.
O acı zamanla “hüzne” ve “neşe”ye dönüşür ve sihir başlar.
Acının dönüşmesi için sabır gerekir.
Ve sabır, yaşananın sihrini gösterir.
Çünkü;
Akılda olmak güzeldir ama kalpte olmak tarifsizdir.
Akılda olmak risksiz, kalp risklidir.
Kalbin sevdiği seni sever veya sevmez, bilinmezdir.
Netice; akıl ve kalpte yani ikisinde de gerektiğinde olmayı bilen, bilgedir.