“Kutsanma arzusunun dayanılmaz cazibesi”- Mustafa Karnas- kitap- Giriş..

Söylenmiş, bildirilmiş, iletilmiş, söyletilmiş ve yazılmış olanın sizin üzerindeki hükmü kaldırılmıştır. Çünkü zaman, dürülmüş, bükülmüş ve itilmiştir. Eski olan her şey bir yılanın deri dökmesi gibi kendini dökmüş, görevini iptal etmiş ve nihayetinde kendini yok etmiştir. Bundan sonra artık özgürlük başlamıştır. İsteyene, özgürlük sadece düşünce kadar uzaktır. Uzan ve tut ve al, o artık senindir

Yitirilmiş olanın kazanılma zamanı gelmiştir. Yitirdiğin örtülmüş, itilmiş ve tüketilmiş olandır ve sana geri dönecektir. O kapıdan sadece kalbinde samimiyet tohumlarını taşıyanlar geçebilecektir ve bizim öğretimiz bundan başka bir şey değildir.

Sen uzaklaştıkça sana dönen senden olan olacaktır. Başkası sadece kendisi vardır. Sonsuzluk düşüncede başlar, bedende devam eder. Ruh ise sadece sana ait olandır ve bu ikisinden bağımsız değildir.

Korku, korkuyla beslenir, ateşin ateşle beslendiği gibi ateşe atılan her odun parçası nasıl ki ateşin sürekliliğini sağlar, korku da öyle. Korku ateşine ne sen bir odun parçası at ne de başkasının atmasına izin ver. O zaman kurtuluş sana yakın olacaktır. Kurtuluş özgürlüktür, özgürlük de kurtuluş. İçine odun atılmayan ateş nasıl ki sönmeye mahkum olur, korkular da öyle.

Endişe; o sadece duygularının üzerindeki bir kabuktur. Alman gereken, sana sayıyla verilmiş olan her nefesi almanı engeller ve ölümün nefesi sana daha da yakınlaşır. O halde endişeden uzak dur, endişeyi sana taşıyan her ne varsa onlardan da. Eğer bir kilo altın için bir anlık endişe etmen gerekiyorsa, bu işte zarardasın demektir. Bir kilo altın ne tek bir nefesten değerlidir ne de bir anlık endişe bir kilo altına değer. Hesabını doğru yap.

Endişe; kaybetmek ve kazanmak üzerine kendini bina eder. Ne tuhaf bir oyundur ki bu; gerçekte ne bir kazanç vardır ne de bir kayıp o halde neden endişe etmek gerekir? İnsan kendine sormalı. Güneş doğar ve batar, rüzgarlar eser. Bunlara ne engel olacak. Endişe etmek neyi değiştirecek?

Yükün sen istersen ağırdır, istemezsen hafif. Endişe en büyük yüktür, filin sırtına vursan fil yıkılır. Dünya bile taşıyamaz bu yükü de dağılır. Sana kendi yükü ile gelene el verme sakın. Kimse kimsenin yükünün sırtlanıcısı değildir. Ve kader, kimse kimsenin gerçekte kaderi değildir. Çünkü gerçekte kimse yoktur.

Ne terk edilir insan ne de terk eder. İnanmıyorsan rüzgarlara ve bulutlara sor. Kim kimi iter kim kimden bağımsızdır. Ve güneşin ışığı aldırmaz bir ağacın köküne. Ne tavşan bir yumurtadan çıkar, ne de tavşandan bir yumurta. O halde neden endişe ediyorsun. Her şey zaten bir noktadan ibaret.

Her şeyin hakikatına varmak istiyorsan eğer, ya sen her şey ol ya da bırak her şey sen olsun. Sen neyi, nasıl görmek istiyorsan o olur. Sen Tanrı’yı görmek istediğin için onu görüyorsun ve sen Tanrı’nın seni görmesini istediğin için Tanrı seni görüyor.

Başkalarından olan zaten senindir. Her zaman herkeste ya bir eksik ya da bir fazla vardır. Hiçbir şey tam hesabı ile değildir. Ne zamanki birinde hesap tamamlanır o zaten son nefesini alan ya da veren olur.

Hesabın dürüldüğünde aldığın son nefes seni sonsuza kadar yaşatacaktır. Bir noktanın ne gibi bir hükmü olabilir ki bir düşün. Bir nokta sadece bir kapı olduğunda işe yarar. Ya kapı olmalı insan ya da bir nokta. Kendinden baktığında ya noktadan sonsuzluğu görmeli ya da biri noktadan baktığında kapı olmalı insan noktadan bakana görünmeli. Biz ona aşk deriz.

Aşk buraya ait değildir, cennetten düşme. O cennettir ki, bir çeşit cinnet tarifi yok hiçbir kitapta. Körlerin fili tarif ettikleri gibi her bir kitap bir yerini tarif eder onun. Ama bilene tarif gereksiz bir teferruat zaten.

İki tane aşk düşmüştür yurdundan başkası da yoktur. Biri sana düşer diğeri aşık olduğuna. Ya da sana aşık olur üzerine aşk düşen. Bir denge yoktur arasında ikisinin. Bir eli yerdedir aşkın bir eli cennette. Aşıkların biri her zaman yerde, diğeri hep cennette olur. Aklı olan için çok mesel vardır bu işlerde.

Yazılmış olanı yaktığında zihninde kader yeniden yazılır senin için. Memnun değilsen eğer kaderinden ve yeniden yazmak istiyorsan onu, yazılmış olanı yak ve bitir zihninde. Kolay değil zaten olmayanı yakıp, yok etmek, düşünen için çok mesel vardır bu kalemde.

Herkes bir şeyler biriktirir. Sen istemesen de bir şeyler birikir kendiliğinden. Ne birikiyor bir bak. Yağmurda ıslanmış aç bir köpeği şefkatle sevdiğinde ve üşenmeyip onun karnını doyurduğunda, zırhına yeni bir zırh eklenir unutma.

Her şey sadece bir andan, bir noktadan ibarettir. Bir kalp atışı süresi kadardır her şey. Küçük ya da büyük, zerre ya da kainat fark etmez. Sadece bir kalp atışının süresi içindedir her şey.

Ölmek ve yaşamak. İnce bir çizginin iki tarafında kalır her birisi. Ve yaşayan her şey, can taşıyan bir saatin kolu gibi bir o tarafa gider, bir bu tarafa bir an içinde ölür ve yeniden diriliriz. Bazen yaşamdan ölüme bir şeyler götürür insan, bazen de ölümden yaşama götürür ama çoğu zaman, çoğu insan eli boş döner her iki yakadan.”

Yitik olan “samimiyet”tir ve bu sohbetler sana “samimi” olmayı öğretecektir.

AKIL TAŞI SOHBETLERİ….

 GİRİŞ..

KUTSANMA ARZUSUNUN DAYANILMAZ CAZİBESİ ( MUSTAFA KARNAN SOHBETLERİ-2 )

Bazen insan..

Bazen insanın içinde de şiddetli yağmurlar olur, seller gelir, fırtına tüm bedeni dolaşır, her yer karanlıktır. Etrafta tutunacak sağlam bir dal yoktur. Ne kadar ağlasan bağırsan da bu afetin içindesindir. Debelenirsin, rüzgarla savrulur, yağmurla akarsın, hatta sele kapılır, her duvara çarparsın.

Ama her fırtına mutlaka diner.

Fırtına bittiğinde perişansındır. Yerden kalkacak halin yoktur.

Ama hayat bir şekilde hep kendinden yanadır. Yani ne yaşanırsa yaşansın yaşamı destekler. Farkında bile olmadan birden kalkarsın. Yırtılmış elbiseni, ıslanmış saçlarını düzeltir, belki çıplak ayaklarına bakarsın.

Ve yaşarsın. Çünkü hayat kendinden yanadır.

Aslında bir anlamda tüm o fırtına belki de, sadece arınman, temizlenmen içindir. Ne bileceksin kimbilir kaç yılın, kaç asırın tortuları içinde birikmiştir.

Hayat güzellikten yanadır. Ve senin de temizlenip güzelleşmeni ister.

Ve hayat, hafiflemeni, ağırlıklarını bırakmanı ister. Belki de o yüzden seni bir anlamda fırtınaya salar. Sırf temizlen diye.

Ve hayat, her zaman her şeyi senin iyiliğin için yapar, o yüzden ona kızgın küskün olduğunda ne olduğunu anlamaz. Bilakis teşekkür etmeni bekler. Çünkü seni ağır yüklerden kurtarmak istemiştir.

Hayat, hayatın içinde olanı sever. Ama kendince sever.

O yüzden her şey bittiğinde, ilk anda kalkarken şaşkın olsan bile, bir iki adım attıktan sonra tekrar mutlu umutlu olmanı ister.

“Olanı bırak, geleceğe çok takılma, burada benimle yaşa” der. Çünkü hayat buradadır, sen buradasındır ve sen aslında hayatın bir parçası, kolu bacağısındır.

Hayat kendinden yanadır. Hayat kendinin parçası olan senden yanadır.

Hayat güzellikten yanadır.

Yani hayatındaki fırtınalar dinince uzatma, dırdırlanma, gülümseyerek kalk ve yine yürü.

Sadece devam et.

20180915_114559

 

toksik duygu..

Bazı gıda ve maddeler gibi, bazı insanlar ve duygular da toksiktir. İnsanı zehirler. Toksinler bedende belli bir dozun üzerine çıkarsa, gün gelir insanı zehirler, hasta  eder.

Kızabilirsin, üzülebilirsin, kederlenebilirsin ama bunları kalbinin en derinine kadar iletme. Bu duyguları yüzeyde tutmaz, her gün üzerinde düşünerek güçlendirip,  derine indirirsen zehirlenirsin. Ve bu insanı zamanla hasta eder.

Kalbine kadar ilettiğin her olumsuz duygu, onun her atışıyla tüm bedenini ziyaret eder. Kederi, kıskançlığı, şüpheyi vs kalbine kadar indirme.

Ve bazı insanlar, en ağır metalden ağır zehirler. Ne yapıp et onları uzaklaştır veya sen uzaklaş.

Zehir veya toksin sadece gördüklerinde değil, görmediklerindedir.

20151010_144023

Genel öneriler..

1-Olmak istediğin gibi ol, davranışların konuşman yemen içmen yürümen oturman konuşman, hayal ettiğin gibi olsun. Değilse, kendini yeniden inşa et.

2-Fikrini söyle ama herkesin kararını kendine bırak. Özgür iradeye karışma.

3-Başkalarına sor, fikirlerini dinle ama özgür iradene karıştırma.

4-Çocuklara söylemek istediklerin mutlaka vardır ama uygun anda, yeri ve konusu gelince söyle. O söylemeni istediğinde söyle. Daha çok onların anlatacaklarını dinle.

5-Özellikle annen ve babanla iletişiminde onlara saygılı olmayı unutma. Diyeceğini söyle ama neticede onlar ne derse onlar için o. Ama kendi prensiplerinden onlar için vazgeçme.

6-Gerilim yaşadığın kişi veya kişilerle artık, konu ne olursa olsun tartışmaya girme. Yapabiliyorsan hayatından çıkar, değilse; diyeceğin bir şey varsa söyle, kavga etme, sesini yükseltme, o söylese de sen cevap verme, uzaklaş. Yani değiştiremeyeceğin başkalarıyla aynı polemiklere defalarca girme.

7-Kendini ve etrafı gözlemle. Gözlemlediğin şeylerden hayalinde kahramanlar, cümleler yarat. İyi gözlemci ol. Bu gözlemini en severek yaptığın iş neyse orada kullan. Gözlem, hayal gücü ve yaratım. Hayat böyle.

8-Toplu ailece yapılan şeylerde, biraz sessiz kal, bekle, çok yorum yapma.

9-Her zaman derli toplu ol. Her yerde iyi hissedeceğin şekilde giyin ve ye. Bedenin, her şeyden bağımsız, iyi hissedeceğin şekilde olsun. Bazı dönemler, bazı nedenlerle sıkıladığın için değil, hep formda ve iyi hissedeceğin beden içinde yaşa.

10-Aslında her iletişimde ama özellikle yakın iletişimlerinde, o kişilerdeki iyi şeyleri görmeye bulmaya odaklan. O zaman iletişim ve hayat senin için daha zevkli olur. O kişilerin olumsuz yönlerine dikkatini azalt, konuşursan bile uzatma. Algın her insanda ilgini çekecek olumlu şeylerde olsun. Bunu yapmak için uğraşmak istemediğin insanları, yakının bile olsa yakınında tutma.

20160925_130005

Resim..

Yaşanan olayların beyinde anıları kalır. O anılar ilgili nöron kümesine bağlanır. Beynimizde vaktin birinde kaydettiğimiz bir resim ve his kalır. Olay, konu bitmiştir ama resim orada asılı kalır.

O resim canlı değildir. Duvara astığınız resimleri düşünün, o sadece birinin veya bir şeyin resmidir, büyümez, yaşlanmaz, değişmez, sadece çekildiği günkü haliyle duvarda asılı kalır. Biri oradan indirinceye kadar.

Zihnimizdeki hatırladığımız anıların resimleri de öyle, ilk çekildiği, kayıt altına alındığı günkü haliyle orada, belki bir ömür asılı durur. Ve çoğu zaman bu resme bakmak canımızı acıtır. Yaşanan olay anına, ‘dur çekiyorum’ deriz, resmi kaydederiz ve beynimizde o resim asılı kalır.

Oysa bu alemde her şey sürekli değişir, dönüşür, sabit olan sadece resimdir çünkü canlı değildir.

O zaman, canlı bile değilse ‘o resim neden canımızı acıtır?’ Resim sadece resimdir , canlı değildir ama biz düşüncelerimizin verdiği güçle onu canlandırabiliriz ve bu konuda çok yetenekliyiz. İnsanlar, cansız resim canlandırıcıları 🙂

Adeta miadı dolan şeyi suni solunumla yaşatmak gibi, yani yok olması gerekeni var etmek gibi. O hayalde kalmış resmi, bir anlamda hayaletleri, enerjimizi vererek canlandırabiliriz.

İşin ilginç yanı, o resmi canlandırmak için kullandığımız, bugünü yaşamamız için bize verilen enerji, bu anın enerjisidir. Onu kendimizi canlandırmak yerine, hayaletleri canlandırmak için bol keseden veririz. Farkında mısınız? Bu durumda aslında, o hatırladığımız can sıkıcı anıyı bugünün enerjisiyle kapladığımıza göre, o olay ha bire bugün tekrar yaşanıyor olur. Neden? Çünkü cansız olan canlandırıldı. Bunu tekrar tekrar yaşamak her gün tükenmek demek.

Enerji bu andadır, yaşam buradadır, aktarabileceğimiz veya söndürebileceğimiz şey an’dadır.

Bu durumda, aslında şu an olmayan bir şeyi sürekli hatırlayarak bu ana getirip canlandırma gücümüz var. Yani gelecek hayallerini gerçek hale getirebildiğimiz gibi, eskinin hayaletlerini de bugüne getirip canlandırabiliyoruz. Ne ilginç, dikkatimiz neredeyse canlılık orada.

Ve aslında şunu hepimiz biliriz; resimler gerçeği pek yansıtmaz, resmin gerçeğe benzerliği kabacadır sadece. Çoğu insan resimdeki halinden farklıdır, bazısı fotojeniktir, bazısı değildir, netice bir resimdir o.

Bu durumda resmi çekip kaydettiğimiz anın gerçek hal olduğunu bilemeyiz, ki genelde değildir. Anı, duyguya yapışmıştır ve resim olmuştur.

Peki çözüm nedir? Kendimizi kandırmayalım, çözüm bir anda olmuyor, yani bir anda oluyor ama o ana gelinceye kadar pek çok andan geçiyoruz ve o anların birinde oluyor. Anıların üzerinde tek tek çalışılabileceğini söyleyenler oluyor, ben bunu bilemiyorum, biraz sabırsızım sanırım.

Sadece şunun farkındayım, hepimizin geçmişten getirdiği onu rahatsız eden, farklı ve baskın duygu durumları var. Mesela kendi adıma alınganlık kırılganlık diyelim, diyelim dedim ama bende öyle 🙂 başkasında başka şeyler.

İşte hayatınızı etkileyen, sıkıntı veren, ha bire tekrar edip duran bu duygulara dikkat edin, onlar aynı duygu olduğu halde, bu yaşımıza kadar farklı pek çok olay ve anıya bağlanmıştır. Anılarda yaşanan olaylar farklı gibidir ama dikkat ederseniz sıkıntı veren duygu his aynıdır. Diyelim alınganlık, katılık 🙂 fark edip, ne olduğunu anlamaya  çalışmazsak tüm hayat böyle birkaç duygunun etkisinde sürer gider.

Bu durumda o tüm hayatınızın baskın iki üç duygusu neyse, onlarla çalışın. İki üç duyguyla çalışmak, binlerce anıyla uğraşmaktan iyidir. Baskın bir iki duygu, tüm hayatı algıladığımız veya hayata baktığımız penceremiz olur, her şeyi o pencerenin süzgecinden görür, değerlendiririz. Mesele o hafızamızdaki cansız resimler değil, her an bizi saran capcanlı yaşayan duygulardır. Onlar canlıdır ama yine enerji kaynağı bizdendir.

Bir olay yaşanırken biri hiç etkilenmez, diğeri değersizlik hisseder, bir diğeri öfke, diğeri kırılganlık yaşayabilir ve bunu anı hanesine kaydeder. Olay aynıdır ama kayıtlarımız çok farklıdır çünkü hepimizin doğuştan getirdiği mücadeleler, çözülmesi gereken, çalıştığı konular, ihtiyacımız olanlar çok farklıdır.

Bu durumda, ha bire değişen dönüşen dış dünyadaki olaylar değil, ‘bizim neden böyle hissettiğimiz’ önemlidir. Soracağımız soru, neden öyle hissettiğimizdir.

Mesela neden değersiz hissettik? Çünkü biri bunu hissettirdi, belki bizi biriyle kıyasladı ve değersizsin dedi. Yani kıyas. Kıyas gerçek midir? Değildir. Bugün böyle olan yarın değişir, bugün güzel dediğin yarın değildir, bugün tembel yarın çalışkan olabilir, başarısız başarılı olabilir. Kıyasla söylenen her şey değişir.

Dünya ‘neden- sonuç’ dünyasıdır. Beynimiz anı ve olayları böyle değerlendirir. Beyin biyolojik makinedir, değerlendirme sistemi dünyanın aynısıdır. Neden ve sonuçları birbirine bağlarsa o anıyı çözer ve kendini rahatlatır. Beyin hep sonucu ve neticeyi bilmek ister, işi bu.

O zaman, sorunlarda şunu düşünmeye çalışın; bir şey oldu ben şöyle yaptım ve diyelim başarısız oldum (bu arada başarısız olmak cümlesi de kıyastandır, kime göre neye göre? ) Beynin anıyı, duyguyu çözüp rahatlatması için, başarısızlığın neden olduğunu anlaması gerekir. Misal, çalışmadım başarısız oldum. Neden- sonuç. Beyin bunu bulunca rahatlar. O zaman çözümü bulur. Yeni denklem, çalışırsam başarırım olur.

Can acıtan duygularınızda önce buna bakın, neden- sonuç ne? Bulun. Sonra istiyorsanız çözüme gidin. Zamanla beyin rahatlar, anılara takılı kalmaz. Gün gelir, gün yaşanır ve hepsi zamanla olur.

Evet her olan anda olur ama burada yaşarken zamanla, o andaki olan olur. O yüzden her gün bir adım atın, her gün bir şey yapın denir.

Gün bugün, an bu an, keder bu an, neşe bu an. 🙂

(Bu konuda yazılacak çok şey var da, şimdilik bu kadar olsun, belki sonra daha derinleşiriz. )

IMG-20160124-WA0034