Kalp..

İnsan bedeninde 3 önemli ana merkez vardır:

1-Baş yani akıl

2-Kalp

3-Cinsel bölge

Kalp; bedeni fiziken ruhen ortalayandır, ara geçiş merkezidir, vicdanın yeridir, ruhun evidir. (Uygur tıbbına göre)

Cinsel bölge; arzuları, hayatta kalmayı, yaşamın devamlılığını sağlar.

Akıl; olmazsa olmazdır, toplum içinde yaşamamızı sağlar, çözüm bulur, uyumu, gelişimi sağlar.

Kalp aptallık değildir, o maddeyi ve manayı, ruhu ve bedeni dengeler. O olmadan insan bir hiçtir, yaşam anlamsızdır, insan boşlukta gibidir.

O yüzden kalbi hisset ve oradan hissedişi genişlet. Yani her şeye zaman zaman da olsa oradan bakabilmeyi dene, o zaman anlarsın her şeyin birliğini, kalp birliğin yeridir, ayırmaz çıkarmaz bölmez, o her şeyi toplar, dahil eder ve birler, tıpkı ruhun birliği gibi. Hem unutma kalp ruhun evi, onun yeri, sadece ordayken yaşarsın vuslatın dediğini.

20180930_173558.jpg

Fotograf yine benden 🙂

7 çakra değil 7 endokrin bez..

İnsan bedeninde 7 ana endokrin bez vardır.

Endokrin bezler (iç salgı bezleri); salgı kanalları olmayan, salgılarını direkt kana veya lenf sistemine veren bezlerdir. Yani farkları salgılarını direkt dolaşıma vermeleridir ve verdikleri hormonlarla bedenin genel dengesi düzenlenir.

İnsan bedeninde günümüz tıbbında endokrin bezlere denk gelen bölgeler, Uygur tıbbının enerji merkezleri veya Hint felsefesinin çakralar dediği bölgelerdir.

Çakra Sanskritçe bir kelimedir, tekerlek-dönüş anlamına gelir.

7 endokrin bez veya 7 enerji merkezi Hint felsefesinde çakra olarak adlandırılmıştır.

7 çakra veya 7 ana enerji merkezi veya günümüz tıbbında 7 ana endokrin bez aynı şeyi temsil eder.

Ve işin ilginci Uygur tıbbında bedenin sağlıklı çalışması için bu ana endokrin bezlerin düzgün çalışmasının önemi bilinmekteydi. 

Bu arada bedenin bir bölgesinde sorun olduğu zaman bunun zaman içinde tüm bedeni etkilediğini, ana endokrin bezler dışında küçük endokrin bezler olduğunu ve 7 ana endokrin bezin hangilerinin öncelikle birbirini etkilediği beş bin yıllık Uygur tıbbında biliniyordu.

Yani düşünün o dönemlerde bugün bildiğimizden muhtemelen daha mükemmel bir bilgi sistemi vardı.

Uygur tıbbında hastalık değil, bedende düzensizlikler vardı ve bu düzensizliğe bir şeylerin artması veya azalması neden oluyordu. Tedavi ise fazla olanı azaltma, azı çoğaltma şeklindeydi. Ve tabi henüz kanıtlanamayan başka yöntemler de vardı.

Netice hastalık yoktu, düzensizlik vardı ve düzensizlik bir şekilde düzenlenebilirdi.

Bu ana enerji merkezleri  o dönemde, metafiziksel veya biyofiziksel enerji bağlantı bölgeleri olarak değerlendirilmişti. Ve enerji bağlantı noktalarını dengelemek, tedaviydi.

Hint felsefesinde insanın tepe noktasında pozitif enerji akımı, kuyruk sokumunda negatif akım vardır. Bu iki alan arasında dolaşan enerji, yaşam akışını oluşturur. Nefes egzersizleri, yoga ve meditasyonla enerji merkezleri en alttan-kök (negatif), en üste-tepe (pozitif) ulaşınca, iki kutup (- ve +) birleştiği için mutluluğun en üst noktası oluşur. Ruhsal dengesizlik, delilik ise enerji bölgeleri uygun sırayla uyandırılmadığında oluşan bozukluk olarak tanımlanırdı.

Netice bu 7 ana enerji merkezi günümüzde, bedende hormon salgılayan endokrin bezlere karşılık gelir. Endokrin bezler ve salgıları artık bilimsel olarak bilinen, kanıtlanmış bilgilerdir.

Yani 7 çakra değil, doğrusu 7 endokrin bezdir.

Bunlar hangileridir?

1.Endokrin Bez: (Kök çakra); Böbrek üstü bezleri (Adrenal bez)
2.Endokrin Bez: (Sakral- Yaratıcı çakra); Cinsel salgı bezleri (testis ve yumurtalıklar)
3.Endokrin bez: (Göbek çakrası-Solar plexüs); Pankreas bezi
4.Endokrin bez: (Kalp çakrası); Timüs bezi
5.Endokrin bez: (Boğaz çakrası); Tiroit bezi
6.Endokrin bez: (Alın çakrası); Hipofiz bezi
7.Endokrin bez: (Taç çarka); Epifiz bezi

Netice cümlesine geliyorum; bilimin henüz kanıtlayamadığı ama metafizik olarak bilinen konularda şu an diyeceğimiz çok şey yoktur ama günümüz tıbbında artık ENDOKRİN bezler hakkında geniş bir bilgi literatürü vardır. Yani onlar çakra değil ENDOKRİN BEZLERDİR.

Yazan: Aydek Sultan Özdemir

20190110_174122

Not: Fotoğraf  benden 🙂

Anemi/ Kansızlık..

Bazı hastalıkların genetik nedenleri vardır ama gende bir sorun olması illa o hastalığın çıkacağı anlamına gelmez. Uygun koşul oluşmazsa gendeki sorun sessiz kalabilir.

Çağımızda o kadar çok kadında ve artık erkeklerde de, kansızlık sorunu var ki, tanılı mide- bağırsak veya kanama yapan hastalıkların dışında, kansızlıkların çoğunda belli bir neden bulunmaz. Hasta; kansızlık bizde genetik deyip geçer ya da doktor idiyopatik der.

Evet, hücrelerde sorun vardır; demiri alamıyor, alıyor ama kullanamıyor veya emilim yok  ya da kanama yapan bir neden olabilir. Yani bunlar fizikselde olan belirtiler ve uygun tedavi neyse onunla sorun çözülebilir.

Ama işin bir de ruhsal yanı var; her zaman kan, can demektir. Can; çi- gi-qi yaşam enerjisi, yani kan sadece eritrositleri ve diğer kan hücrelerini taşımaz, Uygur tıbbında kan; qi, can enerjisini taşır. Yaşam enerjisi Uygur tıbbında kanla taşınır, yani qi.

Kansızlık varsa, ruhsal olarak anlamı, bedende yaşam enerjisinin düşüklüğüdür. Kişi hayata gevşek tutunur, isteksizdir, zoraki idare eder.

Oysa insan olmak her zaman kolay değildir, zorlukları var ama yine de bu bedenle bize sunulan bir yaşam var. Başka yok, bu bedenle bir yaşam şansı var ve yaşamak tesadüf değil, rastlantısal değil. En başta bu olasılık vardı ve oldu, onun için varız.

Zorluğun içindeki kolaylıkları görmek, iyi şeylere tutunmak, yaşamımızı ertesi güne taşınmak, bunlar insanın yaşam enerjisi için önemli. Bu can bize verildiyse, bir şeylere aracılık etmek, vesile olmak içindir. O yüzden neye, nelere vesile olacağımızı anlamak ve vesileleri takip ederek hayata tutunmak, başkalarının da tutunmasını sağlamak görevimiz. Nasıl yapayım diye sorma, nasılın cevabı kendinde, karşılaştıklarında, neyle iyi hissediyorsan onda, yani o günün içinde.

Yaşıyor olmanın elimizden geldiğince hakkını vermek, başkalarından beklemeden kendimizi güzelliklere açmak, canımızı canlı tutmak düşünen beyinlerin görevi.

O zaman canımız canlı olsun. 🙂