Akciğerler

Bu hafta halamı kaybettim, mekanı cennet olsun.

Geçen yıldı sanırım ondan bir cümle paylaşmıştım:

Halama ‘nasılsın?’ deyince, ‘ne olsun, sabah oluyor akşam oluyor’ derdi. Bu sözü çok hoşuma giderdi ama üzerinde düşünürdüm.

Haklıydı, görünürde sabah oluyor akşam oluyordu ama bu ikisi arasında olanlara bağlı, insanın duygu düşünce hisleri sürekli değişiyordu.

Yani Melek halamın dediği gibi her şey bir anlamda aynıydı, oysa aslında hiç aynı değildi. Ama halam hep aynı olduğuna yoğunlaşmıştı çünkü bıkkındı.

O benim biricik halamdı, adı gibi melekti. Hayatının ilk dönemleri zor, sonrası daha iyi olmuştu. Çocukları hep el üstünde tuttular ama 8-10 yıl önce kaybettiği oğlunun acısıyla fiziki olarak her şeyin düzeldiği son yıllarında hep var ile yok arası durdu. Yani sanırım böyleydi. Onun astım hastalığı vardı, aslında bundan ölünmez ama onun gidiş bahanesi KOAH’la ilgili oldu.

Bugün onu sevgiyle anıp rahmet dilerken, onun nezdinde akciğerler ile ilgili konuşmak istiyorum. Halam, babamın tek kardeşiydi (10 yaşında zaturreden ölen tanımadığım kardeşlerini saymazsam) ve gitti. Babamın aile hikayesiyle bağlantılı olarak ve halamın vefatı sonrası akciğerleri anlatmak istedim, belki sizlere de bir fikir verir.

Akciğerler, hava, nefes, yaşamın olmazsa olmazı. Aldığı oksijeni tüm bedene yönlendiren ve nefes veriminde karbondioksiti tüm bedenden toplayıp atan organ. Gerekli olanı alıp, zehri anında atan kıymetli bir organ. O yüzden kalp gibi, göğüs kafesinin içinde korumalı alanda yer alır. Diğer organlar derinin altında korumasızdır (bağırsaklar, mide, dalak, kısmen karaciğer, pankreas vs açıktır).

Akciğerler bildiğimiz gaz alışverişi dışında da enerjisel olarak sürekli alır ve verir, belli bir ritm içindedir.

Babamın akciğer sorunu yoktur ama yıl içinde pek çok kez solunum yolları ile sıkıntı yaşar, ya sesi kısılır, ya solunum yollarını üşütür. Netice baba aile genetiğinde akciğer enerjisiyle ilgili genetik bir sıkıntı vardır.

Uygur tıbbında organlar yin ve yang olarak çifttir. Yani hep dediğim gibi dişil ve eril organlar vardır. Akciğerler yin organdır. Metal elementinin organıdır. Eş organı kalın bağırsaktır. Sesi ve duygusu, ağlamak ve kederdir. Burun salgısını, deriyi, vücuttaki kılları etkiler, kekremsi tatları sever.

Neden bilmiyorum, aslında bu konuyu hem yazmak istiyorum hem isteksizim, yine de devam edelim bakalım, gittiği yere kadar.

Akciğerler seslerden ağlamakla, duygulardan kederle bağlantılıdır. Bu ikisi aslında akciğer hastalıklarıyla ilgili pek çok şeyi açıklar. Meridyen gi enerjisi sağlıklı akciğerlerde aşağı doğrudur. Akciğerlerle ilgili sorun olduğunda enerjisi yukarı döner, yani salgıları dışarı çıkar. Burunda akıntı, ifrazat, öksürük vs olur, enerji ters dönmüştür, bozuktur.

Her türlü akciğer hastalığının alt zemininde uzamış, çözülmemiş keder vardır. O keder zamanla insanı hayata küstürür, insan yaşamak istemez, var yok arasında gider gelir. Havayı alamaz, alsa rahat dağıtamaz, dağıtsa bırakamaz.

Aldığımız havanın içinde oksijen dışında pek çok gaz ve yanı sıra yaşam sevinci neşe sevgi vs. vardır. Yani akciğer hastalarında alınamayan sadece oksijen değildir. Kişi bütünden, büyük plandan kopuktur, korunduğuna güvenemez, hayata küskündür. Aslında yaratana küskündür ama dile getiremez. Sessizce kederlenmeye devam eder.

Yaşamaya hak görmediği için, kendini yavaş yavaş imha eder.

Toplumların veya kişisel olarak insanların hayatında uzamış keder dönemlerinde akciğer hastalıklarında artış olur. Toplumların umutsuzluk içinde olduğu dönemlerde tüberküloz tekrar çıkar (son yıllarda veremin artışı gibi). Mesela tüm dünyada tüberküloz ikinci dünya savaşı sonrasında artmıştır çünkü uzamış keder, ölümler, çaresizlikler, yeri doldurulamayan kayıplar vardır.

Akciğer hastalığının adı değişebilir; solunum yollarını üşütme, astım, KOAH, nodül, tümör vs ama hafif veya ağır tüm akciğer hastalıklarının temelinde keder vardır. Keder uzadığı ve çözümsüzlüğü arttığı ölçüde hastalığın adı ağırlaşır.

Buradan devamla; nasıl yaşam haksa, zamanı geldiğinde kayıplar da haktır. Bu dünyada olduğumuza göre yaşamanın kıymetini bilmeliyiz. Hep diyorum bazen düşsek de toparlanmalıyız, başka yolu yok.

Hayatta olmak bir şans, yaşamak bir fırsat, hayat bir sınav, bu şans bize verildiyse pes etmek olmaz.

Yine hep diyorum, yine diyeyim; hüzün güzeldir, neşenin yoldaşıdır. Hüzün koptuğumuz yuvaya hasretimizdir, tatlı bir duygudur. Onu kederle karıştırmamak lazım, keder yıkıcıdır, harap edicidir ve süresi uzadıkça iyice tatsızlaşır.

Geride hiçbir şey yok, sadece yaşanan anların kalan hisleri, bizden kalan bu, o yüzden iyi hisler oluşturalım, bizde olmayanları değil olanların kıymetini bilelim. Biliyoruz ki hiçbir şey hiçbirimizde eşit değil.

IMG-20181207-WA0004

Akciğerler..

Aldığımız her nefeste sadece oksijeni değil hayatı içimize çekeriz ve o nefesle gelen hayatı yaşayıp geri veririz. Yani nefesle verdiğimiz sadece karbondioksit değil, yaşanan hayattır.

Bir insan akciğerleriyle ilgili sorunlar yaşıyorsa tabi ki önce gerekli tıbbi tedavisini görmeli ve sonra düşünmeli:

1-Yaşamın güzelliklerinin farkında mı?

2-Yaşamayı hak ettiğinin bilincinde mi?

3-Hayattan aldığı ve ona bir süre eşlik eden şeyleri günü gelince bırakabiliyor mu?

Bunların hepsi çok önemli.

Bazen takıldığımız şeyler olsa da hayat güzel, yaşamak bir şans ve hakkın olmasa burada olmazsın.

Yaşamak bir hak, tıpkı günü gelince ölmenin hak olduğu gibi.

Ve sonuncu madde ile ilgili; neden bırakman gerekenleri vaktinde bırakamıyorsun ve nefes verirken zorlanıyorsun? Seni bu dünyada var edenin, senin bırakacağından daha iyisini tekrar vereceğine inancın mı yok? Korkuyor musun? O’na güvenemiyor musun? Bırakamıyor musun?

İyi ama aldığın nefesi bırakmadan yenisini alabilir misin? Vakti sende dolanı bırakmadan sana yeni gelecekleri hayatına alabilir misin? Elindekini bırakmadan, eline yeni bir şey alabilir misin?

Biliyorum kolay değil ama bunları düşünmeye bir yerden başlamakta fayda var.

indir