Bir şey gönlüne geliyorsa merak etme, olur mu olmaz mı doğru mu yanlış mı diye, uygun bulmasak o niyeti o gönüle koyar mıydık hiç.. Yani rahat ol.. Gönlüne konan hayrına olandır.
(vizyon böyle geldi, bana mesajı zaten var, eminim gönlüne niyet gelenlere de vardır bir mesajı)..
Aylar: Şubat 2016
cemre
Cemreler düşmeye başladı ya bir de şöyle bakalım olaya; ilk cemre havaya düştü yani bizim bildiğimiz en süptile, sonra su’ya ikinci hafif yoğunluğa ve sonuncu toprağa, yani bildiğimiz en katıya..
Buradan gelelim cemre ne, cemre ‘bir enerji’ ve ‘bir bilgi taşıyor’ dünyaya yaz gelmek üzere diye.
Bu bilgiyi ilk alan dünyanın en hafif yoğunlukta olan kısmı yani hava, ikinci sıvı hali yani su, en geç alan en katı hali yani toprak..
Buradan gelelim bizim dünya yaşamındaki halimiz olan, bu katı bedende, biz de tıpkı toprak gibi bilgiyi en geç alıyoruz genelde. Muhtemelen kadim bilgilerde bahsedilen süptil bedenlerimiz ilk alan bilgiyi, sonra beden sıvılarımız ve sonra katı halimiz..
Bilgi, bizden yukarıda olandan gelir daima ve bizim için bu bilgiyi alış sırası da muhtemelen böyle, o yüzden anlayışla davranalım bu topraktan geldiği söylenen bedenlere..::))
rüya bu..
Dün gece erken uyumuşum, ya da doğrusu şöyle, oturduğum yerde, omuzumda şal uyuyup kalmışım (yaşlandım mı ne)..
Derken uyandığımda gelen rüya şu (rüya desem de yalan, baya içinde yaşıyordum olanların); ben sanırım Japonya’dayım, orada yaşamıyorum, bir nedenle gitmişim. Dağ bayır dolanıyorum, güzel yeşil bir dağ ve toprak yol, ben keyifli ve tek dolanıyorum. Arada da öbek öbek insanlar var.
Bir tepeye çıkıyorum önce, kenarda yeşilliklerin olduğu dağ yolunda dolanırken, birden bembeyaz çok güzel bir kar başlıyor. Evet aynen böyle, rüya bu ne yapayım, dur mu diyeyim olana, sanki gerçek sandığımda olana dur diyebiliyorum da..
Neyse yeşil dağ, toprak yol bembeyaz kar, çok güzel yani, hatta yamaç da durup resim çektirenler var. Bende durup keyifle poz veriyorum (bu arada yazlık kıyafetlerleyim ve hava iyi, kar eğlencesine yağıyor sanki).
Yine neyse, iniyorum bir yamaçtan aşağı, azıcık dik bir iniş yolu, biraz iniyorum. İnerken durduğum kuytulukta dinlenirken, o karda bir sürü uğur böceği görmeyeyim mi.. göreyim tabii..
Uğur böceği derken şöyle, bizim bildiklerimizden değil, büyükler, hani avuç içim kadar varlar, ben şaşkın tabi. Nasıl o kadar büyük olurlar, onları durup incelerken biri, uğur böceklerinden biri, zihinsel olarak dedi ki ‘bir dilek tut’ .. (yaa gerçek böyle, gülmeyin lütfen)..
Hem yaz hem kar var, uğur böceği konuşuyor ve tek çıktığım bir tepeden, tek inmeye çalışıyorum. Ne yapayım rüya böyle, neyse, ben şaşkın durup önce, sonra doğum günü çocuğu gibi ellerimi birleştirip dileğimi tutuyorum ( ne dilediysem artık, belki hatırlarım da boş verin, neydi diye zorlamayacağım. Neticede bir dileğim vardı o rüyanın içinde)
Neyse, dileğim tamam deyip, gitmeye karar vermişken, bana dile diyen uğur böceği, benden önce yola çıkmasın mı? Çıksın tabi, yani uçtu ve bana bakıp sanki gülümsedi ‘dileğin oldu haberin olsun’ diye (yine zihinsel olarak) dileğim neyse, hayırlısı. Bu arada uğur böceklerinin rengini söylemedim değil mi, turuncu karışmış, yoğun altın sarısı bir renk, çok güzeller yani..
Sonrası mı şöyle, uğur böceğinin arkasından şaşkın ağzım açık bakarken, ağzım gerçekte de açık bir şekilde uyanan ben..
Ruhum Japonya’da bir dağda gezdi, bu güzel de, koltuk üzerinde oturur şekilde uyuyup kalan bedenim, bu uyuyuşumdan hiç memnun değildi. Bedenim resmen tutulmuştu. O, o kadar uzakta bir dağda gezsin, ben onu bir koltukta bırakmış olayım olacak iş mi yahuu..
Netice bunun acısını tutuk ve nazlı hareketlerle tüm gün benden çıkardı. Siz siz olun, rüyada uzaklaşacaksanız, en azından yatakta olun.. Ve zihniniz, ruhunuz arada uçsa da, bu dünyada, beden ne derse o, unutmayın.. Nazları çekilecek mutlaka..

sevgi olmak
Sevgiye layık olmaya çalışmak bir boyut..
Sevgiyi hakettigini anlamak başka bir boyut..
Sevgi olmak daha başka bir boyut..
Bilelim istedim..
korku yerine, umut ve cesaret
Ölenin öldüğüyle kaldığı bir zamanda yaşıyoruz, dünyasal olarak bu böyle, tabi ki ruhsal olarak her yer değiştirme bir mesajdır bilene. Dünkü saldırıda dünyadan giden her cana rahmet diliyorum, yakınlarına sabır, hepimize başsağlığı diliyorum öncelikle.
Bir toplumsal olayı görünürde kim, ne nedenle yapmış olursa olsun, neticesi ne olursa olsun ortak bilinçaltlarımızda bunun tek anlamı vardır, o da korku. Amaç insanlarda korkuyu tüm hücrelerine işlemektir. Korkan insan, zamanla duyarsızlaşır, kolay köle olur.
Umut ve cesaret ise bunun karşıtıdır. Duyarsızlık değildir. Umut ve cesarette olan, korkuya kabul vermez ve bedenen ve ruhen yapması gerekenleri cesaretle yapar. Yaptıklarının neticesinin ne olacağını bilemez ve yine de umut’u korur. Umut ve cesaret insanlığı sevgide tutar. Ve tek olmamız gereken hal bu haldir.
Bunları dedikten sonra sevgili hocamın eski bir paylaşımını, her toplumsal olayda olduğu gibi paylaşma gereği hissediyorum.. Bize gösterilmek istenen sadece korku.. sadece bu, işlerine yarayan bu ve benim durduğum yer kalbimin umudu ve cesareti, duyarlılığı.. sadece bu.. Fiziken yapabileceklerimi yapmak ve sevginin her yerde olduğunun bilgisi ile umudumu korumak. Ben buyum çünkü, hücrelerimin hissettiği bu..
“LAZIM OLAN ŞEY SÜKUNET……..SERİN VE LOŞ BİR YERDE..DUR..VE ARTIK..GÖRMEMEYE BAŞLA…NE GÖSTERİLMEK İSTENİYORSA..SANA” Mustafa Karnas..
O ve ben..13
Ben: Buna pek istekli değilsin, biliyorum ve benim seninle konuşmaya ihtiyacım var sanki..
O: senin bir şeye ihtiyacın yok artık, sadece akıllı ol, o kadar, gerisini biliyorsun, yol alırsın artık.
Ben: Yok canımm, öyleyse niye böyle saçmayım yine..
O: Bunu seçtin demek ki, ne diyeyim sen bilirsin, akıllanmayacaksan ne yapayım dersin..
Ben: Deniyorum, inan bana, sürekli deniyorum, farkında değil misin?
O: Anlaşılan zor bir gece, neden böyle..
Ben: Bilsem..
O: Sakın bunu deme.. Çünkü biliyorsun her şeyi. Şimdi başa dönelim yine, aylar önceye..
Ben: Bu gece, tekrar o kadar gerideyim değil mi?
O: Ona şöyle diyelim istersen ‘Tekrar bir toparlama yapmaya ihtiyacın oldu sanki’ olur böyle şeyler, takma..
Ben: Ne kadar iyisin bu akşam bana, hayret..
O: Ben hep iyiyim sana, bazen ters ve anlayışsız olan sensin..
Ben: Sağol çok incesin yine, sen bana bir zamanlar ‘taş kafada mı’ demiştin ne..
O: Evett.. Şimdi ne yapalım dersin..
Ben: Düşünmeliyim bu gece, anlamalıyım, ne yapıyorum kendime, buna niye gerek duyuyorum ki, niye şeçimim bu yönde, anlamalıyım sanki elverdiğince..
O: Bence şöyle yapalım bu gece, bırak düşünmeyi, eğlenceli bir şeyler yapalım bu gece.. ne dersin bu fikrime..
Ben: Aa öyle mi? Ne peki?
O: Çok bilmişim benim, zaten bildiğin bir cümle vereyim sana, sadece bunun üzerinde düşün, ilerleyen bir saatte istersen konuşuruz bunun üzerinde..
Ben: Tamam, neymiş o cümle..
O: Cümle akşam üzeri senin içinden geçti, o zaman duydum bende.. şöyle: “Senin için sadece sen varsın bu alemde, senden başka bir şey yok, bunu unutma” Tamam..
Ben: (bir saat sonra).. Belki de her şey çok basit.. O kadar basit ki her şey, zihnim bunu kabul edemiyor. Zihne göre her şey çetrefilli ve süslü olmalı, o zaman havalı oluyor. Aslında her şey, zihnimin anlayamayacağı kadar basit. Basitten anlamıyor o, illa süslü ve çetrefilli olacak her şey, ancak o zaman , bir şey yaptığını sanıyor, kendini değerli buluyor, karışıksa konu, zihnim değerli, anca o çözer her şeyi..
Ve aslında olansa şöyle; yani gerçek olan, çok basit, o kadar basit ki, sıradan ki, o yüzden göremiyoruz onu, fark etmiyoruz onu, çünkü gerçek çok basit ve sıradan. Gerçek diyor ki, önünde ne varsa o, önündeki, taşsa taş, çorbaysa çorba, bir insansa bir insan, çiçekse çiçek, yapılacak bir işse bir iş, gözyaşı ise gözyaşı.. hepsi bu. Abartma, önünde ne varsa o, onu gör önce, ötesini düşünme. Çünkü ötesi, sen bırakırsan her şeyi vakti saati gelince, önündeki haline gelir nasılsa. Rahat ol yani bir şey yok, her şey yolunda ve her şey basit bu alemde..
Bir şeyi daha anladım tekrar, zaten bir vesileyle öğrenmiştim de, unutmuştum demek ki.. Hatırlatana teşekkürlerimle unuttuğum ve bu akşam hatırlatılan şu: “Herkesin elinde artısı eksisi vardır, elinde olanın, sende olanın kıymetini bil. Herkeste her şey aynı olmaz, bu doğal, kendinde olanın kıymetini bil ve ona odaklan, sende var olana ve iyi olana odaklan, onun üzerinden git” Bu da basit, anlayana..
O: Tamam..

demlenme
Kışın bitmesine iki hafta kala, ruhum artık çocuk değil.. bahara kadar son demimi alıyorum..
Neden böyle, çünkü kış demlenme, mayalanma zamanı bir anlamda..
Demini, mayasını alan her şey, baharla, önce çiçeklenir.
Ve o çiçek yeterince dirayetli ise, yazda olgun meyvesini veya yaprağını verir.
O meyvenin veya yaprağın ne olacağı, yaratılışına göre belirlenir.
Senin yaratılıştan getirdiğin ne ise, meyven veya yaprağın o olur.
Ee o zaman kış boyunca demini tam alanlara, yakında çiçeklenme zamanı.
Bunun coşkusunu bir hissedin içinizde.
Ne mutlu, önce mayalanmaya sabır gösterenlere ve sonra çiçeklenmeye hazır olanlara ve yine o çiçeği, olgun meyve veya yaprak haline getirecek dirayette olanlara.
Rast gitsin.
‘ben’ dediğimiz ne..
İnsan olarak her birimiz bir enerji bütünüyüz, bu kesin. Tek bir ‘şey’ değiliz. Her açıdan bu durumdayız.
Dışardan bedenimizi tek ve bütün görüyoruz ve gerçek olan bu değil. Bedenlerimiz önce el kol, bacaklar, gövde, kafa, saçlar, tırnaklar gibi dışsal parçalardan oluşuyor ve dışarıdan bütün görünüyor.
Şimdi girelim içeriye, burasının ilk katmanı sistemler.. Üriner sistem, dolaşım sistemi, solunum sistemi, boşaltım sistemi, üreme sistemi, sindirim sistemi vs vs.
Şimdi sistemlerden içeri girelim. Her sistem çeşitli organlardan oluşuyor. Örnek olarak, dolaşım sistemi; bu sistem dolaşımdan sorumlu, içinde o çok önemli kalp var, arterler (atardamar), venler (toplardamar), kapillerler (kılcaldamar) var.
Sadece arterleri ele alırsak o arterlerin dolaştığı her yere göre adı, görevi ve kalınlığı değişiyor. Arterlerin adı bu konuyla ilgili olmayanlar tarafından az bilinir veya bilinmez, bu yüzden ben kalp’le devam edeceğim örneğime.
Kalp, dışardan sadece organ kalp, içine bakarsak, bunu herkes bilir 4 odacığı var. 2 Atrium, 2 ventrikül (yani kulakçık ve karıncıklar). İçeriden 4 odalı, her bir odanın içeriği ve görevi birbirinden farklı, kasları sinirleri, elektrik yapısı farklı.
Tek bir odacığı ele alalım, girelim içeri, hepsinin içinde bir sürü hücre, girelim o hücrelerin içine hepsinin içi bir alem, bir dünya aslında. Bir merkez parça (çekirdek), etrafında mitokondri (enerji üreten santraller), stoplazma, endoplazmik retikulum, golgi, lizozom vs vs. pek çok önemli işlevi olan yapı ve daha da, derinine inersek, elektronlar, protonlar, nötronlar. Daha da girersek… bu konu bitmez aslında.. sadece dolaşan enerjiler var.
Tekrar başa dönelim, bırakın her bir organı, her bir hücrenin içinde, akıllı binlerce sistem ve yapı var. Ve bu kadar sistemin hepsini dışardan ‘BEN’ diye algılıyoruz. Bu bir algı yanılsaması, her birimiz trilyonlarca şeyden oluşuyoruz.
Her bir hücre, her bir organın ‘Ben’ demediğini nereden biliyoruz. Bir düşünün vücudun en büyük organı olan karaciğeri, o ne azamet, o ne gösteriş, o havasıyla ‘Ben’ demesi gayet doğal. Şaka bir yana, biz, dışardan ‘BEN’ diyoruz kendimize ve pekçok şeyden oluşuyoruz.
Bu örnekler sadece maddi beden üzerinden verdiklerim, şimdi gelelim, işin enerji boyutuna. Duygularımız düşüncelerimiz ve hissettiklerimiz. Bunların hepsini ‘BEN’ diye kabullenmişiz, öyle öğretmişler ve ne yazık ki çoğumuz bunu sorgulamamışız.
Düşüncelerimiz ‘Biz’ olamaz, onlar enerjiler ve gelir giderler, değişirler. Onları pek çok kişiden almışızdır bir şekilde ve kendimizde tutmuşuzdur. Onlar sadece düşünce yani enerji, dolaşıyorlar etrafta. İşimize gelmiyorsa bir düşünce, onu sahiplenmek zorunda değiliz. Onlar biz olan değil. Aynı şey duygular için de geçerli, onlarda ‘Biz’ olan değil, olamaz, bir düşünsenize, gelen ve giden onlar..
Sürekli diğer insanlarla veya şeylerle temas içindeyiz. Temas ettiğimiz her şeyde enerjetik olarak mutlaka bizden bir parça kalıyor ve onlardan bir parçayı da biz alıyoruz. Ve muhtemelen bu enerjetik parça alışları, bu yaşamla, sadece bizim yaşamımızla da sınırlı değil. Kabulümüzde varsa geçmiş yaşamlarımız veya genetik olarak, aldığımız parçalar var bir de. Hem bedensel hem de enerjetik olarak aldıklarımız.
Kurban bilinci, eziklik, yılgınlık, suçluluk hepsi bir enerjidir. Anlamadığımız ve kabul etmediğimiz ise, onlar dolanıyor zaten etrafımızda, bizim enerji bedenlerinin etrafında da. Bunda bir sorun yok, dolaşacaklar. Bize düşen onların orada var olduklarını bilip, etkilerine girmemek. Var’lar ve buna karar verecek biz değiliz. Yaratılış öyle uygun bulmuş, bize karışmak düşmez.
Bize düşen bu enerjileri, bazen ihtiyaç duyuyorsak kullanmak. Kullandığımız enerji, işimize yararsa, onu tercih ediyorsak kullanmak ve aslolan, o enerjinin bilgisini, içinden geçerken kendimize katmak.
Tamamen o enerji haline gelmek değil, dikkat edin, onun bilgisine ihtiyaç duyduysak (duymak zorunda değiliz bu arada, eziklik ne bilmek zorunda değiliz), bunu tecrübe edip, öğrenip, ondan bir şeyleri kendimize katıp, o enerjiyi serbest bırakmak, olması gereken bu, sıkıca ona tutunmak değil.
Biz yaratılışımız gereği, hiçbir şeyi elimizde sıkıca tutamayız. Kim bu asırlar boyunca, neyi elinde tuttu ki biz tutabilelim. Kim hayatı elinde tuttu, kim sevgiyi elinde tuttu vs vs. Bizde kalabilecek tek şey, çeşitli konuların, enerjilerin, deneyimlerin, sadece kendimize katabileceğimiz bilgisi. Hayatın her konuda bilgisi, sevginin, nefretin bilgisi, ne olduğu, kalan sadece bu.
Bunun içinde, herhangi bir enerjiyle karşılaşınca, buna gerek duyduysak, onu inceleyeceğiz sadece, bir çocuğun oyun hamurunu mıncıklaması gibi, inceledik ve bilgisini aldık ve geçtik, o olayı nötrlemeliyiz bir şekilde.
Bilgisini alırsak, onun bizimle kalmasına gerek yok çünkü. Bu (+) ile (-) nin durumu gibi, birine bakmaya devam edersek, o sadece (-)dir örneğin, oysa ondan geçersek, (+) ve(-) sadece IŞIK olur. Işığın içinde ikise de vardır ve onları tek tek görmemize gerek yoktur. Ve yine de biliriz bilgisini, içinde onlar vardır.
Aynen böyle işte, duygu ve düşüncelerle ilişkimiz böyle olmalı sadece, onlar iyi, kötü’nün ötesinde, bilgisi, gerekirse alınacak enerjiler. İşimiz bilgisini almak, alırsak, tutmamıza gerek yok, zaten o dönüşür kendi ilmiyle, ona biz karışamayız.
Neticede, BEN dediğim, aslında BİZ olanın, dıştan görünüşü, konu uzarda burada keseceğim. Çünkü buradan da tek tek ‘Ben’ dediklerimizden oluşan toplumsal ‘BiZ’ler ve daha neler neler çıkar. Şimdilik bu kadar olsun.
Her şey bir enerji, buna bizde dahil, aralarından seçim yapan biz ve işimize geleni alıp devam edecek olan da biz. Bu bir oyun aslında, keyfince oyna ve abartma işte. Oyununu güzel oyna, ne kendini ne diğerlerini kırıp dökme, oyna ve geç, takılma..

anlam
Ne çektiysem bu hayattan ben, ‘şeylere kattığım anlamlardan’ çektim.
Ne zaman rahatladım bu hayatta ben ‘şeylere kattığım anlamları, değiştirebileceğimi anladığımda’ rahatladım.
Netice ya her şeye abartılı anlamlar katmayalım, ya da kattığımız anlamlar hayatımızı kolaylaştıracak anlamlar olsun. Yoksa niye kendimizi zorlayalım.
sevgi günü
Düşündüm de hep ciddi yazı olmaz bu günde, akşam bitmeden, günün anlam ve önemine uygun bir yazıda benden gelsin canım..
Birine veya bir şeye duyduğunuz sevgi, sizi her gün daha ‘güzel’ ve daha ‘iyi’ yapıyorsa, işte o ‘gerçek sevgi’ dir. Sevginin içinde karşılıklı destek vardır birbirine..
Bizi karıştıran ve desteklemeyen şey, sevgi değil, zihin oyunudur sadece..
Umarım ‘gerçek sevgi’ hazır olan herkese nasip olsun..
Sevgi gününüz kutlu olsun..