Birlik- çokluk..

İnsanın enerjisi görünmez bağlarla birbirine bağlıdır. Yakın iletişim olanlarla, duygusal bağ olanlarla daha fazla olmak üzere ama neticede her şey birbirine bağlıdır, kadim bilgiler bunu söyler. Bu durumda insanın kendine ait olduğunu sandığı enerjiyi oluşturan şeyler, düşünceleri, duyguları, hissetme şekli, davranışları, duruşu, iş yapma şekli vs pek çok şeyi yakın çevresindeki başkalarının şeklinin bir benzeridir, yani kendine has değildir çünkü zihin yakın çevreyi ya da uzak bile olsa yakından gözlemlediklerini çerçeveler, kopyalar, onla benzeşir ve bunu çoğu zaman fark etmez bile. Yani insanın ben- ben dediğinin bilmem ki kaçta kaçı odur? Bu durumda iyi gözlem, düzgün çevre bir avantajdır. Bir de hep can sıkan ama yakın gözlem alanında olanlar vardır, güya beğenmeyiz ama etki alanlarındayızdır ve zamanla onlar oluruz. Hep söylendiğimiz, ağladığımız, sızlandığımız kişilerin bir veya birkaç parçası artık biz haline gelmiştir. Zamanla bu durum ilginç hal alır, o görünmez bağlar iyice griftleşir, onlardan uzaklaşmak istesek de bir şeyler tutar, o zor olanlar artık alışılan, bilinen yer olmuştur. O alanda duygusal veya psikolojik şiddet görse de oradaki ben dediği, istemediği kişilerle birlikte ben olmuştur, kendini onlarla bir görür. Ve zihin bu arada hep söylenir, oradan kurtulmak istediğini söyler ve es kaza olur ya bir gün oradan, o kişiden kurtulmayı başarır ama o da ne? Müthiş bir eksiklik, çaresizlik, mutsuzluk başlar, oysa mutsuzluk, çaresizliğin nedeni o alandı, şimdi uzaklaşınca bu neden böyle oldu? Çaresizlik başlar, eskiyi tekrar ister insan o durumda, o kişiye dönmek için çabalar çünkü kendini kendi olarak, tek olarak görmemiştir bir türlü, o alanı kendi sanır, alışmıştır. Bu durumdaki insana o istemedikçe söylenecek pek bir şey yoktur çünkü önce irade ve istek ile kendini yaratıldığı gibi kendi olarak görmesi gerekir. Önce o vardır ve sonra diğerleri, diğer şeyler, insan önce kendi olmalıdır, tabi ki sonra diğerleri ile iletişimde olacaktır. Ben vardır, benler vardır, bir vardır çokluk vardır ve tekrar bir vardır. Kendimizi unutmadan bir ve birlik olmak dileğimle.

Adil olmak..

İnsanlar genelde kalp için sevginin yeri derler, aslında kalp adaletin, adil olmanın yeridir. Kalbin güzelse insanlara, dünyaya adil olursun, değilse olmazsın. Ve sevgi, sen adil olduğun oranda kalbin boşluklarını doldurur, seversin, işini, ağacı, canlıları, bulutları, bazen de insanı (insanı sevmek biraz daha zor.) Adaletli olmak kıymetli.

Fırtınalar..

Her şey geçer, mesela o pandemi dönemini düşün, nasıl kabus gibiydi ama bir şekilde geçti çünkü her şey geçer. Tabi ki geçerken döktükleri, kırdıkları olur, oldu da. Yani bir fırtınanın sonrasında kırıp döktüğü dallar gibi, bazen az bazen çok ama illa ki bir şeyler değişerek geçer. Değişenlerin hepsi zarar değildir, hayatımıza fayda olanlar da vardır. Hatta bazen bizim yapamadığımızı hayatımızdaki o fırtınalar yapar.

Yine öylesine..

1. Her sabah (mümkün olduğunca) uyandığında; uyandın, bunu fark et, kıymetini bil.

2. Elinde olanla bir şey yap, onu incele, onunla bağ kur.

3. Fazla boş bırakma kendini, kararında bir şeylerle uğraş, meşguliyet iyidir, insanı, zihnini vesveseden korur.

4. Her zaman meşguliyet olmaz, arada boş kal, seyret dünyayı, bazen insanları, bazen gökyüzünü, bazen ağaçları, hele mavinin yeşille buluştuğu o yeri.

5. Bazen de uzan veya otur, kendini seyret. Duygularını, hırslarını, hasetlerini, varsa kıskançlığını falan, herkes bilir kendinde neler olduğunu. Onları incele, sende ne işleri, ne faydası, ne gereği var, bunlar vesvese mi? Mesela kıskanmasan ne olur ya da bazen haklı olmak için uğraşmasan ya da maddi hırslar için, fazladan biriktirmek için fesatlık yapmasan ne olur? Ama tabi bunların hangisi sende açık veya gizli var? Önce bunu fark et, gör, kandırma kendini. Çünkü insan olumsuz şeyleri kendine yakıştıramaz, kabul etmez, oysa herkeste bir şeyler var, sakın yok deme.

6. Çok da takılma insanlara, eşin, arkadaşın, ailen, annen baban çocuğun olsun, fark etmez, çok da ciddiye alma insanları, bırak herkesi kendi haline. Kimseye baskı kurma ama seni ezmelerine de gönüllü olma, kimse senden önemli değil, kimse sen değil. Ve tabi sen de başkalarını sorgulamadan önce kendi haline bak.

7. Bir şeyler yap, yaparken de yaptığın işi sev, zorlamayla iş yapma. Ya sevdiğin şeyleri yap ya da yaptığın şeylerin içinde sevecek bir şey bul. Yoksa hayatı zindan edersin kendine.

8. Sen dediğin kim? Kendinle meşgul ol. Ama bu o kadar ince bir çizgi ki, hep kendi derdi, sorunu, mutluluğu için uğraşanlardan da olma, dünya sadece sen değil, başka insanlar, canlılar ve cansız dediklerimiz de var. Kendinle meşgul ol ama diğerlerine de duyarlı ol, dünyaya, kedilere, kuşlara, köpeğe, kuzuya koyuna vs her can sahibine.

9. Netice; sana verilenin, o dönem seninle olan şeylerin kıymetini bil, onlar sana emanet edildi, başkasına değil. Deneyim aletlerinin değerini bil çünkü zaten her şey geçici, o yüzden bugün var yarın yok olacak belki, evin, ailen, sevdiklerin, paran pulun, yani ilelebet senle değil, oldukları zaman değerini bil. Çünkü belki yarın yoklar.

10. Hiçbir şey için de fazla üzülme, biraz üzül ama geç hepsini. Sana yapılanı da senin yapmış olabileceklerini de, hataları günahları bil, gör, tedbir al ve bırak hepsini. Ne yapacaksın yani, olan olmuş, hepsi geçmişte kalmış. Geri dönüp çözemezsin, dersini al, bilgisini al ve önüne bak. Hatayı eksiği gediği, geçmişi deşeleyerek zorlama, bugün yapacaklarınla geçmişi telafi et, sana yapılanları da bırak, tedbirini al, kötü davrananlardan uzak ol, duyma, görme, bakma onlara, geride bırak hepsini.

11. Hayat işte, herkesin yolu, tecrübesi, yetenekleri, algısı farklı, o yüzden kendini düzeltirken, bencil olma. Hayat kolay değil, daha da zorlaştırma kimseye.

12. Her şeyin bir sınırı var, senin de olduğu gibi, o sınırı herkese geçirtme çünkü unutma bedenin bile deriyle çevrili bir sınırı var.

IMG-20221001-WA0000

Nedenler..

Bundan 20-30 yıl önce, hatta 50 yıl öncesinde tanı yöntemleri arttığı için hastalıklar da artmış görünüyordu. Çünkü tarama cihazları, çeşitli laboratuvar testleri pek çok hastalığı tespit etmeyi sağlamıştı. Günümüzde ise artan hastalıkların nedeni testler-cihazlar-tespit kolaylığı değil, artışın nedeni dünyanın kirlenişi. Yani temiz gıda, temiz su, temiz toprak bulmak zor, yediğimiz içtiğimizin ne olduğu bile belli değil. Ve bu gıdalar direkt bedende hücrelerin yapısında bir parça haline geliyor, yani kırık dökük hücreler. Bunların hepsi de çeşitli hastalıkların zeminini oluşturuyor maalesef.

Bu arada mevcut dünya insanı hakkında bir şey demedim, zihinleri hep dolu, gaddar, sevgisiz, sadece özenti, robotsu insanlar, işte onlar da beden ve zihin yapımızı bozuyor. Yani kirlenen sadece dünya, doğa değil, günümüz insanı da böyle. Hepsi birbirini etkiliyor. Durum böyle olunca, herkesin üzerine bir şeyler düşüyor, düşünmek, araştırmak, seçici olmak gibi. Netice tüm insanlığa şefkatli bir kalp, temiz zihin, sağlıklı beden diliyorum.

İnsan sanıyor ki..

İnsan sanıyor ki her şeyin sahibi benim. Ama öyle bir şey yok, maalesef hiçbir şeyin sahibi değiliz, olamayız da. Belki bunu biliyoruz ama hep unutuyoruz çünkü insan demek, unutan demek. Oysa gerçek olan hayatımız boyunca bazı şeyler bazı dönemler bize eşlik eder veya biz onlara eşlik ederiz, duruma göre. Yani iradesi olan her canlı aslında özgür yaratılmıştır, insan özgürdür, kimse onun sahibi olamaz, o da kimseye benim falancam diyemez. Hepsi sadece eşlik etmek, yoldaşlık yapmak, yani belli dönemlerde. Her can taşıyan özgürdür ve dahi taşların, ağaçların da canı var, yani her şey özgür ve malımız falan değil. Bu durumda insana düşen ne? Sevdiği şeyler yanındayken onun keyfini, sefasını sürmek, tadını çıkarmak, sevdiği şeyleri bolca, güzelce sevmek. Çünkü zaten her şey geçici. Bu arada sevmediği, istemediği kişi ve ortamlara da tahammül etmemek çünkü hayat geçiyor, beklemiyor, sen de istemiyorsan bekleme, uzak dur bir an önce. Netice sevdiğiniz şeylerin kıymetini bilin, bolca sevin, hayatın geçicilik üzerine olduğunu hep hatırlayın.

Sufi Rabia..

Kadın Sufi Rabia’nın hikayesini bilirsiniz belki ama yine de aklımda olan kadarını anlatayım: Rabia iyice yaşlanmış, evinin önünde bir şey arıyormuş. Etraftan geçenler ona yardım için durmuş, aramaya başlamışlar, sonra biri sormuş; neyi kaybettin?

Rabia: İğnemi.

Aramışlar ama bulamamışlar. Biri yine sormuş; tam olarak nerede kaybettin iğneyi?

Rabia: Evin içinde.

Adam sormuş; öyleyse neden dışarda arıyorsun?

Rabia: Sizler gibi yapıyorum, siz her şeyi dışarda aramıyor musunuz? Huzuru, sevinci, neşeyi hep dışarda bulmaya çalışıyorsunuz çünkü içerisi karanlık.

Kıssadan hisse; ne oluyorsa bizde, dışarıyı değiştiremeyiz, değiştirebileceğimiz sadece kendimiz.

Uygur tıbbında bahar..

Bahar ayları ağaçlara suyun yürüdüğü, can verdiği aylar. Uygur tıbbında ağaç elementini, yani ağacı bedende temsil eden organlar; karaciğer ve safra kesesi. Bu iki organın, özelikle bedenin en büyük fabrikası olan karaciğerin en sevdiği tat; ekşi tatlar. Yani bahara girmeden ve baharda limonlu su beden için asıl destek, arınma. Limonlu suyu bedenin en talep ettiği dönemlerdeyiz. İhtiyacı olana şifa olsun.