Bazen rüzgarlar sert esti, belki dallarımızı devirdi, çamurun içinde öylece kaldık. Yine de ayağa kalkıp saçımızı düzeltip, üstümüzü çırpıp devam etmenin yolunu bulmalı, neden? Çünkü hayat bizim, kararlar bizim, yıkılıp kalmak mı, yoksa kalkıp devam etmek mi? Seçim bizim. Ve unutmayın yalnız değiliz, iyi istekler desteğiyle beraberdir, şüphe etmeyin.
Yazar: Aydek Sultan Özdemir
Eril- dişil..
Son yıllarda sürekli dişil eril dengeden falan bahsediliyor ya, işin aslı dişil ve eril özellikler her iki cinste de vardır, kadın bedeni hem dişil hem eril özelliktedir ve aynısı erkek bedeni için de geçerlidir. Kromozom yapısına ve endokrin bezlere göre kadın veya erkek bedeniyle dünyaya geliriz, bununla birlikte iki cinste de eril dişil özellikler vardır. Hatta Uygur tıbbında beden içindeki organlar bile dişil, eril olarak ayrılır. Mesela karaciğer içi dolu organdır dişidir, safra kesesi içi boş organdır, erildir vs.
Günümüzde bazen kadınlar, fazla eril olduk der ya da bazı erkeklerin fazla dişil özellikte olduğunu söyler, doğrudur, belki olabilir ama temelde insan hangi bedende ve hangi hisle dünyadaysa kimliği odur.
Yine de bazı özelliklerimizin aşırılaştığını hissettiğimizde ve tabi en önemlisi bu sizde rahatsızlık nedeni olduysa, en basitinden şu aklınızda olsun, bedende sinir sistemi iki çeşittir, sempatik ve parasempatik sinir sistemleri. Sempatik sistem aktif, hızlı, ataktır, hani savaş- kaç tepkisine neden olan sistem, bu sistem eril özellikte kabul edilir. Parasempatik sistem huzurdur, uyku öncesi rahatlamış hal gibidir, dinginliktir, derinliktir vs. bunlar dişil özellikler kabul edilir.
Bu durumda bir kadın eril özelliklerinin arttığını hissettiğinde sadece yavaşlamalıdır, harekette yavaşlama, nefesin derinliği, telaşsız hal vs. bunu uygulayabilir. Ya da fazla dişil özellikler onu pasifize ediyorsa, diğer yana geçmek için daha atik, canlı, hızlı hareket etmeli, solumalı vs.
Yani insan sadece bedene dikkat verip, solunum ve hareketi düzenlemeyle durumu düzeltebilir. Neticede ikisi de bizde var, iki yönümüze de ihtiyacımız var, neye ne zaman gerek duyarsak öyle. Umarım fayda olur ihtiyacı olana.
Uyan..
Sorun kimsede değildi, sorun sendeydi. Sen uykudaydın ve uyandın. Tabi umarım uyandın.
Kapılar ve geçirgenlik..
Bu ara kapılar sembolünü düşündüm. Mesela gönlün kapısı var, o yüzden herkese açılmaz, bedenin kapıları var, mesela hücrelerin kapıları var, her hücre her yapıyı içine almaz, alamaz. Bir maddenin hücreden geçmesi için hücrenin onu kabul etmesi, uygunluğu gereklidir, yani hücre her şeyi içine almaz.
Hatta her organın, sinir sisteminin ayrı geçirgenlik özellikleri vardır, yani içeri girmesine izin verdiği molekülleri alan kapıları vardır, karaciğer hücresinin içine aldığı molekülleri, sinir hücresi içine almaz vesaire. Hücre zarı yarı geçirgen, seçici geçirgen ve esnek bir yapıdır, bazı moleküllerin, iyonların geçmesine izin verirken bazısına izin vermez, bu genellikle molekülün boyutuna, yüküne, polaritesine bağlıdır.
Buraya şuradan geldim, gönüllerinde mutlak kapısı var, bedenin de var ve dahi evinin kapısı var. Aynı beden ve hücreler gibi, insan da evinin kapısını istemediğine açmaz. Kapılar bariyer, uymayanı içeri almamak için, doğada da böyle, bedende de böyle ve evimizin kapısında da böyle, içeri alıyorsak bir nedenle istiyoruz demektir, istemesek almazdık. Bu şekilde bak olaylara, istemediğini içeri alma.
Hayat 1..
Allah’ın nizamında ya da yaradılışın düzeninde, ikimiz biriz, aynıyız, beraberiz falan gibi şeyler yok. Herkes kendi hayatını yaradılış amaçlarına uygun olarak yaşamak için burada. Öncelikle bunu unutma.
Kendi gerçekliğin neyse onu yaşamalısın. Hep söylerim, eşlikçilerin olabilir ya da olmayabilir, yolunda yoldaşlar olabilir ya da olmayabilir, bunlar çok normal. Yine de buna kapılma, yani olabilir veya olmayabilirlere kapılma.
Hayat yolculuğun sadece seni ilgilendirir, bu senin yolculuğun unutma.
İlk madde her zaman bu. Kim olursa olsun kendini diğerleriyle karıştırma, aynıyız sanma, yol, yolculuk ve hayat senin, kimsenin akışına müdahale etme. Zaten seninle yürümek isteyen yanında olur. Bunu hiç merak etme.
Kalbi..
Kalbin acısı kor gibi yanan, kıvılcımlı bir ateş gibi, yanıyor, çoğalıyor, tam azalacak dediğin anda tekrar güçlenip harlanıyor. Çok ilginç, azalmıyor. Günlerce yakıyor, kavuruyor.
Kalp zihin gibi davranmıyor, hırslanıp, acıya neden olan konu veya şey için bahaneler bulup, kötüleyip, haklı çıkmaya çalışıp hırslanmıyor, sadece, olanı, yaşananı harında yakıyor, yorum yapmıyor.
Bunun neticesinde iki şey oluyor, ya kalbe zihin baskın gelip, yıkımını onaylıyor, kişi ruhsuzlaşıp, yıkık bir yapıya, viraneye dönüyor. Ve belki toparlayamıyor, o virane halden. Ama tabi ki viraneden de çıkılır, kalp tekrar güçlenip, canlanır ve zihne baskın gelirse.
İkinci hal ise, kalp, içine aldığı şeyi, konuyu, kendi ateşinde kendiyle yakarak, o olayın içindeki acıyı kül haline getiriyor. Ve artık acı denemez ona çünkü kabul geliyor, kalp insanı genişletiyor, her olasılığın mümkün olduğunu gösteriyor. Ve kalbine aldığı için çektiği acının nesnesini güzellikleriyle içine işliyor, onun kattığı değerleri görüyor ve kalp insanı bir üst aşamaya taşıyor. Orada her şey olasılık dahilinde, orada acı yok, sadece koşulsuz sevgi var.
O yüzden sakın üzülme, kalbine aldığın şey, seni üst versiyonuna taşıyor. Çekilen acının süresi neyse, ona sabır gösterip, bir gün azalarak kül olacağının bilgisinde ol, aşırılıklara gitme, unutma bu da geçer ve senin iyiliğin içindir. Yani bir acı kalbiyse durum böyle olmalıdır.
Gönül bağı..
“Ölene kadar sorumlusun, gönül bağı kurduğun her şeyden.”
Tilki böyle demiş küçük prense, evet doğru ve sanırım fazlası var. Gönül bağı öyle derin bir bağ ki ölüm, doğum, bura, öte yerle, diğer evrenlerle falan alakalı değil, bu bağ varsa çok kıymetli, o hep derinden hissedilen bir bilgi gibi, ruhsal bir bağ gibi. Yani zihinle karar verebileceğin bir şey değil bu bağ, dostluk gibi değil, eş gibi değil, arkadaş hiç değil çünkü günü gelince hepsinden geçilir ama gönüller arasında ilahi bir bağ varsa, bu olandan bağımsız, hep var alanındadır, sonsuzlukla temasta, hiç alanındadır.
Bir şeyle böyle bir bağı hissediyorsanız acıları da olsa ne mutlu size, daim olsun dileğimle. Zaten böyle bağlar, insan eliyle yıkılamaz çünkü insan her şeyi yıkar, tanrısal ruhsal bağ kişilerden bağımsızdır. Muhtemelen öyle olmalıdır.

Bildiğinden sorumlu olmak..
Cahillik mutluluktur derler, muhtemelen doğru bir söz, bilmediğin, görmediğin, duymadığın zaman sorun yoktur.
Oysa bir şeyi bilmek sorumluluk getirir. Biliyorsan bildiğinden mesulsün, o bilgiyle bir şey yapmalısın, kullanmalı, paylaşmalı ya da bilgiye göre bir konuda tavrını almalısın. Çünkü bildiğinden sorumlusun.
Bununla birlikte, cahil mi olalım, bilmeyelim mi, duymayalım mı? Hayır kesinlikle bilmek her zaman en doğrusu. Ve bildiğinin kefaretini ödemelisin. Çünkü bilgi seni bir üste taşır, onu değerlendirirsen bilincini genişletir. Ve artık sen eski sen olmazsın çünkü biliyorsun artık ve bildiğinden sorumlusun. Yani buna göre bak hayatında olanlara.
Bilinç..
Bunlardan da önemlisi unutmaman çünkü insan nisyan, nisyana izin verme, düşün üzerine, her olan sadece seni ilgilendirir ve gelişmen içindir. Kimsenin suçu yok, her şey kabının, bilincinin genişlemesi içindir. Bu şekilde bak olana.
Merkez..
Ve bazı insanlar, bu benim hayatım, kimse karışamaz der ama kendi hayatındaki seçimlerin seni karıştırmasına izin verir. Çünkü onun hayatı merkezidir, başkasının merkezi umurunda değildir.