B: Hayatı anlayamıyorum, nasıl yaşamalıyım bilmiyorum.
A: Gözlemci sensen,
ve her şey gözlemlediğin için varsa,
veya;
Karşında ‘hiç’ varsa,
Hiç’i neyle doldurursan ‘hep’ olur?
Hiç nasıl şekil alır?
Hiç’in ne olmasını istersin?
Veya;
Önünde bir oyun hamuru var.
Eline şekilsiz bir oyun hamuru verilse,
Ona nasıl şekil verirsin?
Oyun hamuruyla ne yaparsan eğlenirsin?
Verdiğin şekli hangi renklere boyarsın?
O şekil nasıl kokar?
Ona dokununca ne hissedersin?
Tadı olsa nasıl olur?
B: Anlamadım.
A: Anlaması kolay. Yukarıda dedim ya, basitçe düşün; elinde bir oyun hamuru var, onunla ne yapmak istersin?
B, her an ağlamaya hazır gözlerle: Önce onu sevmek isterim.
A: Öyleyse sev.
B: Nasıl seveyim? (Biraz durdu, düşündü) Sevmek ne demek?
A: Kalbine sor, “Sevmek ne demek?”
Biraz sonra başını kaldırıp, gülümsedi.
B: çok şükür verdiklerine.
A: Hayat sana uzanmaz, sen hayata uzan.
B: 🙂
B: Hayat hiç mi uzanmaz, hep ben mi uzanmalıyım ona?
A: O zaten her an seninle, için- dışın hayat dolu. Senin ona uzanman mecazi bir laf ama doğru. Beynin böyle deyince daha kolay anlar.
Hayat, her zaman onunla bilinçli temas kurmanı bekler, aktif eylem.
Netice; hayat sana uzanmaz, sen hayata uzan.